top of page

ŞİA'NIN DOĞUŞU HAKKINDA BAZI MÜSTEŞRİKLER İLE MAKALATÇILARIN GÖRÜŞLERİ VE BUNLARIN MUKAYESELİ TA

  • Yazarın fotoğrafı: atakan korkmaz
    atakan korkmaz
  • 23 Oca 2015
  • 14 dakikada okunur

. . .


B​u çalışmada, Şia’nın doğuşu ve kökeni hakkında belirli uzman isimlerce ileri sürülen görüşler ile ilk Şii fikirler ve bu fikirlere dayanan ilk Şii hareketlerin incelenmesi hedeflenmekte olup bu görüşlerin mukayesesi ve tahlili ile sonuca gidilmektedir.


Buna bağlı olarak yapılan araştırmalar için nicel araştırma yöntemi kullanılmış olup belirlenen uzman isimlerin eserlerindeki olay ve fikir örgüsüne bağlı çıkarımları üzerinde durulmaktadır.


Makalemizde, Sunni veya Şii müelliflerin kendi iddiaları ve savlarından ziyade bilimsel metodolojiyle konuya yaklaşan çağdaş mezhep tarihçilerinden Montgomery Watt, Julius Wellhausen, Ethem Ruhi Fığlalı, Hasan Onat’ın meseleye dair yazılarındaki değerlendirme ve görüşleri ile birlikte bazı kayda değer farklı yorumlar ele alınacaktır.


1. Giriş: İsimlendirme Meselesi


1.1. Kavram Tanımı


Şia kelimesi Arapça’da ş-y-a kökünden gelmekte olup taraftar, yardımcı, partizan, destekleyen ve bir konuda bir araya gelen klik anlamlarında kullanılmaktadır. Arap dilinde bir kimsenin şiası denildiğinde onun tabileri, mensupları ve destekleyicileri anlaşılır.[1] Cemaat teriminden daha farklı bir anlamı ihtiva eden bu kavram daha çok ayrılma, bölünme, parçalanma anlamında bir toplumun bir meselesi etrafında teşekkül eden hizipleşme, fırkalaşma ve klikleşmeyi ifade eden bir lafızdır.

Bu bağlamda Hz. Osman’ın hilafetinin öne çıkan ikinci altı yıllık dönemi ile Hz. Ali’nin hilafeti sırasında, Müslümanların farklı görüşler ve liderleri etrafında toplanmaları üzerine bu gruplaşmalar “Şiatü Osman”, “Şiatü Ali”, “Şiatü Muaviye” gibi şekillerde kullanılmış ve burada kesinlikle mezhep anlamı kastedilmemiş; grupların siyasi ayrımının nitelenmesini göstermek için bu adlandırmalara gidilmiştir. Nitekim çağdaş İslam Mezhepleri Tarihçileri de bu lafzi tanımlamanın ilk döneme göre bu şekilde kullanıldığını belirtmişlerdir.[2]


1.2. Terminolojik Kullanım


Terim olarak ise Şia, İslam dininin son peygamberi Hz. Muhammed’in vefatından sonra amcaoğlu, damadı ve ilk Müslümanlardan Hz. Ali ve kutlu olarak nitelenen soyu Ehl-i Beyt’in halifeliğe en layık olduklarını iddia edip hilafeti bu soyun tekeline indirgeyen ve bunun gerekliliğine inanan toplulukların adı olmuştur. Böylece ıstılahi bir anlam kazandığı andan itibaren Şia, Hz. Ali ve ona tabi olanları ifade etmek için özel bir isim haline gelmiştir.[3]


Bu minvalde, ilk İslam Mezhepleri Tarihi eserlerinden sunni Şehristani’nin El Milel Ven Nihal’indeki “Şia özellikle Ali’ye taraftar olanlardır. Onun imamet ve hilafetinin, anlamı açık yahut kapalı nas ve vasıyyetle sabit olduğunu kabul ederler. İnançlarına göre imamet, Ali evlatlarından başkasına intikal etmez”[4] tanımlaması buna örnek olarak gösterilebilir. İlk Şii müelliflerinden Nevbahti ve Kummi ise Şia’yı, “Nebi’nin zamanında Ali’nin taraftarları diye isimlendirilen ve ondan sonra da ona bağlılık gösterip onun imametini ileri sürenler olarak bilinenlerin teşkil ettiği Ali fırkasıdır.” şeklinde izah etmektedirler.[5]


Mevcut çalışmamızda Şiiliğin teşekkül sürecindeki siyasi nitelemeyi esas kabul edenlerin yanında kökeni bakımından itikadi temelli veya ilk farklılaşma hakkında ileri sürülen görüşler incelenecektir.


2. Şiiliğin Doğuşu Hakkında Uzmanların ve Araştırmacıların Yaklaşımları


Mezhepler, din anlayışındaki farklılaşmaların kurumlaşması sonucu ortaya çıktığına göre, bir mezhebin ne zaman doğmuş olduğunu belirlemek demek, o mezhebe özgü farklılaşmaların kurumlaştığı ve sosyal hayatta iz bırakmaya başladığı zaman dilimini tespit etmek demektir. Bu ise ancak, fikir-hadise irtibatının sağlıklı bir şekilde tespitine bağlıdır.[6]


Mezhepler, teşekkül ettikten sonra tarihi akış içinde temel tonlarını az çok koruyabildikleri gibi, büyük farklılaşmalara da uğramış olabilmektedirler. Kurumlaşan farklılaşmaların yeniden farklılaşmasına bağlı olarak şekillenen mezheplerin doğuş süreçlerinin aydınlatılabilmesi çok zordur. Bu bağlamda ele alınınca, Şiiliğin doğuşu söz konusu olduğu zaman iş gerçekten zorlaşmaktadır. Her şeyden önce Şia, diğer fırkaların hiç birisinin yapamadığını başarmış, teşekkül ettikten sonra, erken döneme geri dönerek, Şii anlayışa uygun sun'i bir tarih oluşturmuştur.[7]


Şia'nın doğuşu hakkında, "fikir-hadise irtibatı" ilkesi gözardı edilerek, kaynaklardaki malumat doğrultusunda ileri sürülen görüşlerin, pekala birbiri ile çelişebileceğini bu ilke ortaya koymaktadır. Nitekim Şia'nın doğuşu ile ilgili olarak Şii iddiaların dışında kalan görüşler, Hz. Osman devrinden tutun da, Kerbela sonrasına kadar uzanan geniş bir zaman dilimine yayılmaktadır.[8]


Şia’nın kökeni hakkında araştırmacıların bir kısmı, bu fırkanın değişik dini ve felsefi sistemlerden etkilenme sonucu ortaya çıktığını ileri sürmüştür.


Bir başka grubun iddiası ise, seçim veya verasetle imametin geçmesi konusundaki fikir ayrılıklarının kültürel bazda İrani gelenekten ve/ya Arap asabiyeciliğinden geldiği üzerinedir.


Çağdaş araştırmacılar/uzmanlar ise dini, siyasi, coğrafi ve sosyolojik özelliklerin inanç mekanizmalarına etkileşim, sonrasında gelişim ve değişim odaklı yaklaşımını benimseyip indirgemeci tutumları isabetli görmemiş, bu fikirleri usul ve değerlendirme süreçleri bakımından eleştirmiştir.


Belirtilen bu iddiaların, genel görünümü itibariyle gösterilmesi ve çerçevenin belirlenerek tahlile ihtiyaç duyulması önemi haiz bir mesele olduğundan, ilk iş olarak, yukarıda adı geçen belirlediğimiz uzmanlar ve görüşleri üzerine eğilmek ve sonra da bunları fikir-olay örgüsü ve bilgi sosyolojisi hesaba katılarak tahlil etmek gerekmektedir:


2.1. Teorik Çerçeve


2.1.1. Julius Wellhausen’a Göre Şia’nın Doğuşu


Ünlü Alman müsteşriklerinden İslam Tarihçisi Julius Wellhausen, Şia’nın doğuşunu başta belirtildiği üzere Hz. Osman’ın ikinci altı yıllık dönemini kapsayan Fitne Olayları ile Ümeyyeoğulları’nın karşısına Haşimioğullarını çıkararak Arap (İslam) Devleti’nin iki ana partiye ayrıldığı fikrini savunmakla beraber[9], Osman’ın şehadetinden sonra belirginleşen taraflar bakımından Ali’nin takipçileri olan Iraklıların, Muaviye Suriye’sine karşı kendilerini daha baskın ve tutucu ifade ediş tarzları, tarihçimize bu düşünceyi savunmasını salık vermiştir.[10] Iraklılar –özellikle merkez Kufe-, hilafetin payitahtının kutsal Medine’den kendi memleketlerine taşınmasından sonra, Şia’nın, artık bir siyasi düşünceden bir partiye inkılap ettiğine inanarak belirgin olmuş kimlik farklılaşmasının tamamlanmış bulunduğunu belirtir.


Yemenli Arapların, Müslümanların fethinden sonra yerleşmiş olduğu Kufe/Irak aksine, Suriye’deki halk yerli olup Grek-Roma nüfuzunda bulunmuş Gassani devleti geleneklerine dayanan itaatçi kültürden gelmişler ve Ali’nin hakimiyetinden önce Muaviye’nin emrinde 20 yıl bulunmuşlardır. Böylece “fitne” sonrasındaki hizipleşmede onun başarılı yöneticiliğine sadık kalmayı yeğlemişlerdir.


Buna göre Julius Wellhausen’ın Şia’sı Osman’ın katlinden sonra -Suriye’ye rakip olma fikri de dahil- Ali’nin destek bulduğu Kufe merkezli Iraklılar ile başlar. Nitekim tarihçimiz, Cemel Vakasını ve Sıffin Savaşını da “Suriye-Irak Savaşları”[11] olarak niteler. Emevilerin iktidarı ele geçirmesinden sonra merkezin Dımaşk’a taşınmasıyla, Kufelilerin devletin sahibi olmayı kaybettikleri düşüncesini de dile getirir ve artık Ali’nin ölümüyle Iraklıların kaybedilmiş üstünlüklerinin sembolünün Şiilik olarak kalmaya devam etmiş olduğunu dile getirir.[12]


Wellhausen, ilk (mezhepsel) farklılaşmayı “İbn Sebe meseli”nden sonra az taraftarı bulunan “Sebeiyye” adıyla anılan grubun Iraklı mevali/gayriarap şiileri ikna ve propaganda yöntemiyle ele geçirmesi ile başlatır. Böylece Ruhullah’ın peygamberden sonra Ali’ye intikal etmesiyle üstünlük ve hakimiyet kurulan tenasüh fikrine göre, imamet, uluhiyetin canlı bir mümessili ve teokrasinin meşru ve tek hakimi olmak demek anlamına gelmiştir. Bu sebeple Ali’nin hakkı Ebubekir, Ömer, Osman tarafından nasıl gaspedildiyse Ali evlatlarının vaziyeti ve hükmü de aynı idi.[13] Muhtar’ın hareketine ilk bağlanan ve destekleyen ana gövdenin bunlar olduğunu iddia eder.


2.1.2. W. Montgomery Watt’a Göre Şia’nın Doğuşu


Ünlü İngiliz müsteşriklerinden İslam Tarihçisi William Montgomery Watt, Wellhausen’ın aksine, “Şia” kavramı üzerinde tafsilatıyla durarak ilk adlandırmanın teknik anlam içerdiğini (Ali soyu ve hatta yakınları) ve köken itibariyle bunun bir fırka olmadığı görüşünü savunur.[14] O, "Şiilik, üçüncü/dokuzuncu yüzyılın son çeyreğinden önce vücut bulmamıştır"[15] demesine rağmen, Taberi'deki bir rivayete dikkat çekerek, Ehl-i Beyt’in intikamını alma fikrinin tipik bir Arap fikri olmasından hareketle, bazı kimselerin Hz. Ali'ye gelerek, "onun dostunun dostu, düşmanının da düşmanı olduklarını" bildirdikleri 38/658 yılının, Ali' nin özel bir karizmaya sahip olduğunun ortaya çıktığı bir zaman olabileceğini belirtir.[16]


Buna göre Şia’nın ilk defa Araplar arasında ortaya çıktığını kabul etmekle birlikte ilk Şii topluluklar içinde eski Sasani garnizon şehri olan Kufe’deki Yemen kökenli Arapların geçmişte de Yemen’de Sasani idaresinde kalmaları dolayısıyle önemli yer tuttuğunu düşünmektedir. O’na göre 51/671’de Hucr b. Adiy ile birlikte ayaklanan on iki kişiden altısı Yemen kabilelerine mensuptur. Bu kişilerden ikişer tanesi Becile ve Kinde, birer tanesi de Hadramevt ve Has’am kabilelerindendir. Harici ayaklanmalarında Yemenlilerin rolü az olmasına rağmen Ehl-i Beyt temalı hareketlerde daha fazla yer aldıkları görülmektedir. Ayrıca Yemenliler Güney Arabistan’dan gelmişlerdir ve burada bin yıldan bu yana kralların soy esasına göre belirlenmeleri geleneği uygulanmakta, onların insanüstü vasıflara sahip oldukları düşünülmektedir. Bu nedenle Yemenliler muhtemelen şuur altlarındaki eski İran geleneklerinin tesirinde kalarak imametin Ehl-i Beyt’in hakkı olduğu düşüncesini savunmuşlar ve böylece imamet fikrinin ortaya çıkmasına tesir etmişlerdir.[17]


Watt’ın düşüncesini birçok oryantalist ve islamolog müsteşrikin yanında ümmetten ünlü İslam tarihçisi Ebu Zehra da desteklemektedir. Zehra’ya göre, Şiilik ilk defa, halifeliği devrinde Hz. Osman aleyhinde propaganda için uygun bir yer haline gelen Mısır’da doğmasına karşın Irak’ta gelişme ve ilk farklılaşmaları göstermişti. Bunun birçok sebepleri olmakla birlikte ona göre etkenlerden biri de Irak’ta İran ve Keldani ilimleri ve medeniyetlerinin kalıntılarının bulunmasıydı.[18]


Bununla birlikte Watt, Şia’nın siyasi bir temayül olarak genel fikirlerini oluşturmaya başlamasının belki en erken Kerbela hadisesinden sonra olduğunu kabul eder.[19] Böylece ilk farklılaşmayı, Muhtar es Sakafi’nin Hz. Ali’nin diğer evliliklerinden olan oğlu Muhammed İbnül Hanefiye adına ayaklanması sonrasında, mevaliden Keysan’ın, İbnül Hanefiye üzerinde kurulan mehdilik düşüncesi etrafında şekillendirmesi ile ilk-şii fikir, ve Hücr b. Adiy isyanını ilk-şii hareket kabul ederek, bunları fırkanın karakteristik-hususi doğuşu olarak yorumlamayı yeğlemiştir.[20]


2.1.3. Hasan Onat’a Göre Şia’nın Doğuşu ve Ethem Ruhi Fığlalı'dan Ayrıldığı Hususlar


Türk İlahiyatçılarından “Şia uzmanı” İslam Mezhepleri Tarihçisi Hasan Onat, hocası ünlü ilahiyatçı Ethem Ruhi Fığlalı’nın savunduğu Tevvabun Olayı ve Muhtar es-Sakafi Hareketi’nin ilk-Şii fikir ve ilk-Şii hareket olduğu teorisini[21] fikir-hadise irtibatı kuramı çerçevesinde ele alıp şunlar belirtmektedir:


“Kerbela’dan sonra ortaya çıkan Tevvabun ve Muhtar es-Sakafi Hareketleri, Fığlalı’nın isabetli deyimiyle “Şiiliğin doğuşunu hazırlayan olaylar” olarak tarihteki yerini almış bulunmaktadır. Ancak, ne Tevvabun olayının, ne de Muhtar es-Sakafi hareketinin Şii hareket olduğunu söyleyebilmek, “fikir-hadise irtibatı" çerçevesinde düşündüğümüz zaman mümkün görünmektedir.”[22]


Onat’a göre, Fığlalı’nın teorisinde ileri sürdüğü görüş yalnızca Şiiliğin doğuşunu hazırlayan olaylardan ibaret olup, ilk Şii-fikirlerin birinci hicri asrın sonlarına doğru, İbnül Hanefiyye’nin ölümünden sonra, onun adı etrafında oluşan tartışmalarla birlikte ancak tarih sahnesine çıktığı şeklinde olmuştur.[23]


Tarihçimizin “Emevi Devri Şii Hareketleri” isimli doktora tezinde ulaştığı sonuç, birinci hicri asrın sonlarına kadar Ali ve Fatıma’dan olan soyu etrafında herhangi bir Şii farklılaşmanın söz konusu olmadığıdır. Ayrıca imametin nass ve tayin yoluyla olacağı veya imamın masumiyeti hakkında herhangi bir fikrin bu hareketlerde bulunmadığını, epistemolojik anlamda Şiiliğe temel teşkil edecek tarzda Şii toplumuna mal olmuş gizli/özel ilim veya farklı bir vahiy algısı ile ilgili tezahürlerden bu olaylar üzerinden varıldığını söz etmenin mümkün olmadığını savunmaktadır.[24]


Buradan da anlaşılmakta olduğu üzere Onat, imamet nazariyesinde İsna Aşeriyye[25] mezhebinin yaklaşımını temel almış ve İbnül Hanefiyye üzerinden başlatılan şii fikir ve hareketleri “şiiliğin doğuşunu hazırlayan olaylar” olarak görüp ilk şii fikir veya ilk şii hareket kabul etmemektedir. Ona göre bu dönemde cereyan eden hareketler, o dönemin koşullarında Arapların bir iç meselesi olduğu hususu olarak zaman-mekan irtibatı çerçevesi dahilinde anlaşılmalıdır:


“Hilafet tartışmaları, bütünüyle Araplardaki sosyal hayatı belirleyen kabilecilik anlayışı çerçevesinde gerçekleşmiştir.”[26] diyerek İslam öncesi dönemin siyasi açıdan etkin olan iki kabilesi olan Umeyyeoğullan ve Haşimoğullan üzerinden tarihi bir çekişmeden söz eder. Bu sebeple Kerbela olayından sonra Hz. Ali'nin çocuklan arasında ismı ön plana çıkan tek kişi Muhammed b.el-Hanefiyye olduğundan Muhtar es-Sakafi’nin, İbnül Hanefiyye'nin adını kullanarak kitleleri etrafında toplamayı başarmış olmasıyle Kufe'yi ele geçirmiş fakat sonrasında kendi adına bey'at almış olduğunu belirterek tipik Arap intikamı ve kan davasının bir meşru[27] bir iktidar mücadelesi ve güç elde etme yolu olduğunu ima eder:[28]


“Kerbela Olayından sonra, Muhammed b. e1-Hanefiyye'nin adının ön plana çıkması; Ali b. Hüseyin'in (Zeynül Abidin), her türlü siyasi faaliyetten uzak durarak; sessiz ve münzevi bir hayatı tercih etmesi, Şiiliğin temel ögelerinden olan nass ve tayin fikrinin, hilafetin Ali'nin Fatıma'dan olan soyuna ait olduğu şeklindeki görüşlerin o zaman diliminde insanların gündeminde olmadığının açık bir kanıtıdır. Ancak, birinci hicri asnn son çeyreğinde Muhammed b. El-Hanefiyye'nin 81/700 yılındaki ölümünden sonra ilk Şii farklılaşmaların su yüzüne çıkmaya başladığını söylemek mümkündür. Daha çok Muhtar es-Sakafi'nin 67/686 yılında Mus'ab b. Zubeyr tarafından öldürülmesi ve taraftarlarının acımasızca kılıçtan geçirilmesinden sonra, sağ kalanlar arasında yayılmaya başlayan, Muhammed b. el-Hanefiyye'nin ölmediği, Radva dağında gizlendiği, birgün geri dönerek insanları kurtaracağı şeklindeki fikirler "ilk Şii farklılaşmasının" ilk ciddi belirtileri olarak alınabilir.”[29] çıkarımıyla hem bu iddiasını savunmakta hem de ilk farklılaşmanın belirtisi olarak da vesayet, recat ve mehdiyyet fikirlerinin oluştuğunu ve bunların farklılaşmanın nüvesini oluşturan fikirler olduğunu açıkça ifade etmektedir.


Onat’a göre ilk Şii hareket olarak birinci hicri asrın sonunda Muğire b. Said’in Abbasi valisi el-Kasri’ye isyan ederek vahy aldığını iddia ederek Ali-Fatıma soyundan olan Muhammed Bakır’dan sonra kendisinin imam olduğunu veya mehdi çıkıncaya kadar vesayeti elinde bulundurduğu söylemini görmektedir. Böylece vahiy algısının, mehdiyyetin, vesayetin, imametin ıstılahi nitelik kazandığını ve selefi olan halifelerin Ali’nin hakkını gaspettikleri fikrinin başladığını belirtir.[30]


İlk-Şii fikir olarak da ikinci hicri asrın başı 121/738’de Ebu Mansur Hareketi’ni kabul eder. Zira Ebu Mansur el-Icli, Muhammed Bakır’ın kendisini vasi tayin ettiğini ve onun ölümünden sonra imam olduğunu, Allah’ın kendisini göğe kaldırıp tebliğle görevlendirdiğini iddia etmiştir.[31] Böylece İlk-Şii fikir olarak kabul edilebilecek gizli/batıni ilim ve tevilleri Ebu Mansur’da görüldüğünü belirtmştir.[32]


3. Mukayeseli Tahlil Boyutu


Wellhausen’ın, Şia’nın kökenini iki hizbe (parti) dayandırması ve ilk-şii fikri ve hareketi Hz. Osman dönemi Fitne olayları ile başlatması, onun şii müellif Ebu Mihnef’i[33] temel kaynak alışı ve çoğunlukla onun bakışını kendisine yakın görmesi dolayısıyledir. Halbuki görüşleri fikir-hadise irtibatı bakımından incelendiğinde farklılaşmadan söz edebilemeyeceği için onun metodunu zorlama bir yaklaşım olarak nitelemek pek de güç olmasa gerektir.


Nitekim tarihçimizin genel bakış ve tanımlamalarına gidildiğinde mesele daha net ortaya çıkacaktır çünkü aynı bakış açısını “İslam’ın siyasi cemaati dini cemaatten doğmuştur. Muhammed’in hidayete erişmesi onun risalete tayini ile aynı zamana düşer” ifadesinde de görebileceğimizden, onun bu perspektif ve subjektif yaklaşımı üzerinden olayları okumaya gitmiş olduğu anlaşılabilmektedir. O’na göre farklılaşma siyaseten ayrı olma demek olduğu kadar, dini temele dayanma demektir. Bunu da “birşeye karışmayacak olurlarsa talebine uymamış bulunacaklardı. Bir partiyi (fırka, taraf) tuttukları takdirde..”[34] ve “Dinin iştigal sahası politikadır”[35] gibi genel niyet ve okuma tarzını sindirdiği çıkarımlarından farkedebiliriz.


Watt, Welhausen’ın ilk farklılaşma kabul ettiği Sebeiyye konusuna da değinerek[36] bunun bir faraziye olduğu ve İbn Sebe’ye atfedilen görüşlerin ikinci asrın başlarında tartışılmaya başlandığını, Sebe’nin güneylilere ait bir niteleme[37] olduğundan bu adın somutlaştırmasına gidildiğini belirttiği eleştirilerini getirebilmektedir.[38] Onat da bu düşünceyi, Cemel’den sonra ortadan kaybolan bu şahsın Ali’nin ölümüyle tekrar ortaya çıkmasında bir zaman-mekan irtibatı kopukluğu olduğunu ve bunun geçtiği kaynakların güvenilir olmadığını metodik yönden göstererek çürütebilmektedir.[39]


Watt’ın görüşlerine bakacak olursak O, Şia’yı, Ali-Fatıma soyu kanalıyla gelen imamet, masumiyet, vesayet, nass ve tayinle tam teşekkül ettiği Musa el-Kazım’ın kendisini ortaya atıp mezhepsel temeli, babası Cafer es-Sadık’tan itibaren kurduğu hicri üçüncü/dokuzuncu asrın sonları olan dönemden başlatmış olsa da[40], ilk-şii fikir ve ilk-şii hareket olarak çoğunlukla mevali/gayriarap asilerin desteklediği Muhtar hareketini ve İbnül Hanefiyye’ye mehdiyyet ve recat dayandırılan Keysaniyye’yi gösterdiği görülmektedir, demiştik.


Watt, mevalinin tanımını ve muhteviyatını açıkladıktan sonra bunların İranîliği üzerinde özellikle durarak[41], Şiiliği, İranîlerin kurduğunu veya ilk defa İran’ın bakiyesi olan Irak’da ortaya çıkmakla birlikte İslam’ın buralara girmesiyle Şiiliğin asıl olarak burada oluştuğunu[42], bu mezhebin, “Araplara karşı bir nevi İran’ın asil ruhunu yansıttığını” ve özellikle “Şiiliğin İran’ın İslam anlayışı olduğunu” iddia eden görüşü savunduğunu, İsna-Aşeriyye’nin ilk olarak en temel biçimde ortaya çıktığı hicri üçüncü/dokuzuncu asrın sonlarına dayandırma çabasında bulunduğundan hareketle anlayabilir ve olaylara bu bakış açısıyla yaklaştığını görebiliriz.


Onat’ın, Watt ile Ebu Zehra’nın benimsediği bu yaklaşıma sıcak baktığı satır aralarında[43] ve Icl kabilesinden Ebu Mansur’u esas aldığı görüşlerinde görülebilmektedir:[44]


“İlk-Şii fikirler, birinci hicri asrın son çeyreğinde, yavaş yavaş teşekkül etmeye başlamıştır. Bunlar vasılik, mehdilik ve recat gibi fikirlerdir; özellikle mevali adı verilen gayrıaraplar arasında yayılma imkanı bulmuştur. Bu fikirler, hicri ikinci asırda, Hz. Ali’nin soyu ile irtibatlandırılmış, eski Sasani kültüründen gelen bazı motiflerle de bütünleşerek karşımıza Şiilik olarak çıkmıştır.”[45]


Onat’ın, fikir-hadise irtibatı kurulmasıyle ulaştığı sonuçla Fığlalı’nın savunduğu görüşüne katılmak istememesinden görüleceği üzere tarihçimiz, Şia’nın doğuşu ve kökeni bakımından isabetli olarak imamet zincirinin kurulması gerektiğine inanmakta ve fakat yaklaşımını İmamiyye perspektifine[46] indirgemektedir. Yukarıda da görülebileceği üzere, “ilk tezahür” olarak niteliyor olsa da, İbnül Hanefiyye üzerinden ilk farklılaşmanın gerçekleştiğini zımnen/kerhen kabul ettiği anlaşılabilmekte[47], şayet böyle değilse ifadelerinde karmaşa veya ikileme düşüren bir anlatım olduğu kabul edilmelidir.


Halbuki Onat da, Şia’nın sadece Caferiyye’den oluşmadığını, Zeydiyye ve İsmailiyye gibi yaşayan iki büyük kolu daha olduğunu, Nusayrilik ve Dürzilik’in de Şia’nın alt kolu olarak kabul edildiğini de belirtmektedir.[48] Şia’nın temel niteliğinin imamet nazariyesi olduğu ve bunun kollarındaki farklı yaklaşımın Ali evlatlarından gelip de ayrılan silsilelere dayandığı kendisinin de eserlerinde dile getirdiği bir husustur. Bu bakımdan metodunun başından itibaren sonucu belli tek bir açıya ve öz-şartlanmaya sahip bir yaklaşıma sahip olduğunu görebiliriz demek iddialı olmasa gerektir.


Bu bağlamda, tarihçimizin görüşüne göre ilk-Şii hareket olarak Muğire b. Said isyanı ile ilk-Şii fikir olarak da Ebu Mansur Iclî hareketini “İmamiyye Şia’sı”nın doğuşu olarak kabul etmek daha isabetli olacaktır.


4. Sonuç


Siyasi ve itikadi mezhepler, tarihi süreçte müslümanların karşılaştıkları siyasi veya inançla ilgili köklü problemler üzerinde sistematik ve tutarlı fikirlerden oluşan bir teoloji veya nazariye geliştirmek suretiyle kurumsallaşırlar.[49]


Mezheplerin temel ilkeleri ve inanç esasları, doğdukları sosyo-politik ortama göre şekillenmiş; daha sonra bu görüşlerin dini temelleri tespit edilmeye çalışılmıştır.[50] Şia’nın doğuşu ve kökeni incelendiğinde bu açıkça görülebilmekte ve başta da belirttiğimiz gibi kendi sun’i tarihini inşa etmesi sebebiyle Şia’da bu daha da karmaşık ve zor bir hale girmektedir.


Şia’nın temel karakteristik özelliği incelendiğinde İran asıllı mevali taraftarların çoğunluk bulması hasebiyle İranîlik vurgusu göze çarpmaktadır. Fikirlerin ve sosyal hadiselerin esas unsurunun insan olduğunu gözönüne alırsak, mevâlînin de tarihi konumunun ve sosyal pozisyonunun tesbiti ve tanımlanması, herhangi bir mezhebin veya görüşün teşekkülündeki rollerini anlamamıza yardımcı olacaktır.[51] Buradan hareketle mevalinin o günün şartlarında sosyolojik nedenlerden kaynaklanarak hareket etmesinin yanında, Sasani-Mecusi kültürünün o bölgeye hakim olduğunu dile getirmek de yanlış olmasa gerektir. Her ne kadar bu etkinin yeni bir hareket başlatmayıp mevcut farklı fırkaya yön ve hız verdiği[52] göz ardı edilemeyecek bir gerçek olsa da; İranlılar, ilk halifeler döneminde yaygın bir şekilde Müslüman olmaya başlamış, devam eden yıllarda ise Şia, ortaya çıktıktan kısa bir süre sonra hızla İran coğrafyası’nın kapısı Kufe’den içeri girerek yayılmıştır. Yine sistematiğini de bu coğrafyada ve çoğunlukla buralı müelliflerin geçmişten gelen inançlarının tesiri altında oluşturdukları eserleri ve fikirleriyle kurmuştur. Bu açıdan Şia’nın tamamen Arap kökenli olduğu, eski İran kültürüyle bir ilişkisi bulunmadığı ve İran’a da zaten sonradan geldiği şeklindeki görüşünü savunmanın da tam olarak doğru olmadığı kanaati kabul edilmelidir. Çünkü hiçbir kültür kendinden önce var olan kültürlerden bağımsız olarak gelişmemekte aksine eskiyi kendisine temel alabilmektedir. Aynen, Zerdüşt’ün yeryüzünü adaletle donatacak bir mehdiyi Avesta’da örnek vermesi ile recat ve mehdiyyet nazariyeleri arasında köprü kurulabileceği gibi...[53]


Bu sebeple diyebiliriz ki, çoğunluğun ittifak ettiği İranilik vurgusuna dayanarak şayet imamet zinciri oluşturulacaksa; Hz. Peygamberin soyunun kızı Fatıma ve amcaoğlu Ali evliliğinden devam ettiği inancı bu soya, o dönemin ve toplumun kültürü içinde bir nevi “kut” yüklerken, Mecusilikteki peygamber-hükümdar inancına[54] göre şahın yani 3.Yezdigerd’in kızı Şehr-i Banu’nun Hz. Hüseyin ile evliliği, “ferr-i Yezdani”[55] olarak anılan ikinci bir kutsallık yüklemiş ve bu sebeple Hüseyin soyuna masumiyet atfederek ayrı bir önem vermiş olan İranlılar arasında Şia hızlı bir şekilde yayılabilmiş, beş asırlık Sunni hakimiyetin getirdiği kopukluğa rağmen, daima taraftar bulabilmiştir. Lakin bu görüşün bina edileceği temel, zaman-mekan irtibatı çerçevesinde bir olgunlaşma dönemi gerektireceğinden ve fikir-hadise irtibatı kurulmaya çalışıldığında güvenilir ve savunulabilir somut verilere dayanması gerektiğinden üzerinde çalışılması ve daha çok araştırmalar yapılması gereken bir konudur.


Sonuç olarak, Watt ve Onat’ın mevali üzerinden yaklaşımları isabetli olsa da, Şia’nın doğuşu ve kökeni olarak farklılaşma göstermesi bakımından ilk-Şii fikrin Muhtar'ın ölümü sonrası ğaybet, recat ve mehdiyet görüşlerini inşa eden Keysaniye'ye ve ilk-Şii hareketin de Kerbela sonrası Hüseyn'in intikamı amacıyla çıkan Tevvabun İsyanı'na tekabül ettiğini çıkarmak kronolojik ve sistematik anlamda daha doğru olacaktır. Bu sebeple yeni çalışmaların yapılıp değerlendirilmesine kadar şimdilik Fığlalı’nın teorisinin en isabetli olduğu görüşüne ulaşılmaktadır, diyebiliriz.

KAYNAKÇA:

  1. Aydınlı, Osman. (2003), Mezheplerin Olusum Surecinde Mevalinin Rolü, Çorum İlahiyat Fakültesi Dergisi 2/3

  2. Ebu Zehra, Muhammed. (2009), İslam’da Siyasi ve İtikadi Mezhepler Tarihi

  3. Fığlalı, Ethem Ruhi. (1984), İmamiyye Şiası

  4. Fığlalı, Ethem Ruhi. (1993) Şiiliğin Doğuşu ve Gelişmesi, Milletlerarası Tarihte ve Günümüzde Şiilik Sempozyumu

  5. http://Ktp.isam.org.tr

  6. Kutlu, Sönmez. (2003) İslam Mezhepleri Tarihinde Usul Sorunu, www.sonmezkutlu.net

  7. Kutluay, Yaşar. (1959) İslamiyette İtikadi Mezheplerin Doğuşu

  8. Onat, Hasan. (2012), İslam Mezhepleri Tarihi El Kitabı

  9. Onat, Hasan. (1997), Şiiliğin Doğuşu Meselesi, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi Cilt 36

  10. Şehristani, M.b.Abdulkerim b.Ahmed (2011), Milel ve Nihal

  11. Uyar, Mazlum - Büyükkara, M.A. (2012), İslam Mezhepleri Tarihi

  12. Watt, Montgomery W. (2010), İslam Düşüncesinin Teşekkül Devri

  13. Wellhausen, Julius (1963), Arap Devleti ve Sükutu

  14. Wellhausen, Julius (1996), İslamiyetin İlk Devrinde Dini-Siyasi Muhalefet Partileri

  15. www.Avesta.org

  16. www.suleymaniyevakfi.org

  17. www.ilafdergi.hitit.edu.tr

--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

[1] Uyar, Mazlum. “Şiilik” Ünitesi, İslam Mezhepleri Tarihi, s.93, Anadolu Ü. Yayınları, 3. Baskı, Eskişehir, 2012

[2] Bkz: Wellhausen, Julius. 2.Bölüm “Şiiler”, s.89, pr:1 “Osman’ın öldürülmesiyle İslam, Ali ve Muaviye’nin etrafında iki fırkaya bölündü. Arapçada partiye “şia” denir; şu halde “Ali şiası”nın karşısında bir “Muaviye şiası” bulunuyordu.” [Wellhausen, J., İslamiyetin İlk Devrinde Dini-Siyasi Muhalefet Partileri, çev. E. Ruhi Fığlalı, Türk Tarih K. Yayınları, 2. Baskı, 1996, Ankara]

[3] Fığlalı, E.R. (1984), s. 19 vd., İmamiyye Şiası, İstanbul, Selçuk Yay., naklen:ktp.isam.org.tr

[4] Şehristani, (2011), Dinler Mezhepler ve Felsefi Sistemler Tarihi, çev. Mustafa Öz, s.135, Litera Yay., 2. Baskı, İstanbul

[5] Onat, H. Şiiliğin Doğuşu, “İlk Şii Fikirler ve İlk Şii Hareketler”, s.159, İslam Mezhepleri Tarihi El Kitabı, Grafiker Yay., 2012, Ankara

[6] Onat, Hasan. (1997) Makale: “Şiiliğin Doğuşu Meselesi”, s.18, Ankara Ü. İlahiyat F. Der., Cilt 36

[7] Watt, W.M. (2010) “İslam Düşüncesinin Teşekkül Devri”, s.51, Çev. E.R. Fığlalı, 3.baskı, Sarkaç Yay., Ankara

[8] Onat, Hasan, a.g.e., s.19

[9] Wellhausen, a.g.e., s.89

[10] Wellhausen, a.g.e, s.90, ayrıca bkz: Arap Devleti ve Sükutu, s.25, çev. Fikret Işıltan, Ankara Ü. Basımevi, 1963

[11] Wellhausen, a.g.e, s.26

[12] Wellhausen, a.g.e s.27, s.31

[13] Wellhausen, a.g.e, s.32

[14] Watt, a.g.e, s.78

[15] Watt, a.g.e., s.51

[16] Watt, a.g.e., s.54

[17] Watt, a.g.e, s.57

[18] Ebu Zehra, Muhammed. 2009, İslam’da Siyasi ve İtikadi Mezhepler Tarihi, çev. Sıbğatullah Kaya, s. 53, s.77, Çelik Yay, İstanbul

[19] Watt, a.g.e., s.54

[20] Watt, ag.e., s.80

[21] Fığlalı, E.R. “Şiiliğin Doğuşu ve Gelişmesi”, s.40, Milletlerarası Tarihte ve Günümüzde Şiilik Sempozyumu, İlim Neşriyat, 1993, İstanbul

[22] Onat, a.g.e., s.23

[23] Onat, H. Şiiliğin Doğuşu, “İlk Şii Fikirler ve İlk Şii Hareketler”, s.175, pr:4, İslam Mezhepleri Tarihi El Kitabı, Grafiker Yay., 2012, Ankara

[24] Onat, a.g.e, s.175, pr:5

[25] Onat, a.g.e, s.177

[26] Onat, Hasan. (1997) Makale: “Şiiliğin Doğuşu Meselesi”, s.26, Ankara Ü. İlahiyat F. Der., Cilt 36

[27] Onat, H. Şiiliğin Doğuşu, “İlk Şii Fikirler ve İlk Şii Hareketler”, s.177, İslam Mezhepleri Tarihi El Kitabı, Grafiker Yay., 2012, Ankara

[28] Onat, Hasan. (1997) Makale: “Şiiliğin Doğuşu Meselesi”, s.33, Ankara Ü. İlahiyat F. Der., Cilt 36

[29] Onat, a.g.e, s. 34

[30] Onat, H., “Şiiliğin Doğuşu, İlk Şii Fikirler ve İlk Şii Hareketler”, s.179, pr:4, İslam Mezhepleri Tarihi El Kitabı, Grafiker Yay., 2012, Ankara

[31] Watt, a.g.e, s. 69 vd.

[32] Onat, a.g.e., s. 179, pr:5,

[33] Bkz: Wellhausen, J. 2.Bölüm “Şiiler”, s.91, pr:1: “Şia’nın tarihi bakımından, başlıca Kufe’de cereyan ettiği süre için, Ebu Mihnef en önemli otoritedir.” [Wellhausen, J., İslamiyetin İlk Devrinde Dini-Siyasi Muhalefet Partileri, çev. E. Ruhi Fığlalı, Türk Tarih K. Yayınları, 2. Baskı, 1996, Ankara]

[34] Wellhausen, J., “Arap Devleti ve Sükutu”, s.24.

[35] Wellhausen, a.g.e, s.28

[36] Watt, a.g.e, s.81.

[37] Watt, a.g.e., s.82

[38] Watt, a.g.e, s.83

[39] Onat, H. (1997) Makale: “Şiiliğin Doğuşu Meselesi”, s. 19, Ankara Ü. İlahiyat F. Der., Cilt 36

[40] Watt, a.g.e, s. 224

[41] Watt a.g.e, s.62

[42] Watt, a.g.e, s. 63

[43] Onat, H. Şiiliğin Doğuşu, “İlk Şii Fikirler ve İlk Şii Hareketler”, s.177 pr:2: “Muhtar’ın taraftarlarını ağırlıklı olarak Mevali dediğimiz Arap asıllı olmayan Müslümanlar oluşturmaktaydı. Muhtar’ın Kufe’deki isyanla, Mevali kendi varlığının farkına vardı.(?)”, ayrıca bkz: a.g.e, s.179 pr:4: ”Ebu Mansur’un mevali olduğu tartışılabilirse de, taraftarları çoğunlukla mevalidendir.(?)” [Onat, H. Şiiliğin Doğuşu, “İlk Şii Fikirler ve İlk Şii Hareketler” İslam Mezhepleri Tarihi El Kitabı, Grafiker Yay., 2012, Ankara]

[44] Onat, a.g.e, s.175-179

[45] Onat, a.g.e, s.176

[46] Onat, a.g.e, s.175 pr: 5, s. 176 pr:5, s.177 pr:3, s.178 pr:1, s.179 pr:3, ayrıca bkz: Onat, H. (1997) Makale: “Şiiliğin Doğuşu Meselesi”, s. 4 pr:3, s. 35, pr: 7, Ankara Ü. İlahiyat F. Der., Cilt 36

[47] Onat, “Şiiliğin Doğuşu Meselesi”, s. 35, Ankara Ü. İlahiyat F. Der., Cilt 36

[48] Onat, a.g.e., s.178, pr: 4

[49] Kutlu, Sönmez. (2003), M: "İslam Mezheplerinde Usul Sorunu", sonmezkutlu.net, Erisim tarihi: 23.01.2015

[50]Onat, “Şiiliğin Doğuşu Meselesi”, s. 34, Ankara Ü. İlahiyat F. Der., Cilt 36

[51] Aydınlı, Osman (2003), M:“Mezheplerin Olusum Surecinde Mevalinin Rolü”,s. 5, Çorum İlahiyat Fak. Der.2/3

[52] Kutluay, Yaşar. “İslamiyette İtikadi Mezheplerin Doğuşu”, s.75, naklen: ktp.isam.org.tr

[53] Şehristani, a.g.e, s. 217

[54] Şehristani, a.g.e, s. 215

[55] Bayram, Mikail. süleymaniyevakfi.org/roportajlar, erişim tarihi: 23.01.2015

Comments


Featured Posts
Recent Posts
Archive
Search By Tags
Follow Us
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page