İLK DÖNEM MUTEZİLESİ’NİN TEMEL NİTELİKLERİ VE KADERİYYE İLE İLİŞKİSİ
- atakan korkmaz
- 3 Eki 2015
- 5 dakikada okunur

Mutezile, kavram olarak “itizal” (ayrılma) kelimesinden türemiş olup[1] doğuş sürecinde entelektüel boyuta sahip olan, aklı ön planda tutan, fikri tartışmalarla beslenen[2] ve sadece bir devre sıkışıp kalmayarak insanlık tarihine damgasını vurmuş “rasyonalistler”[3] olarak anılan bir İslam mezhebidir. Bu sebeple kelam ilminin de ortaya çıkış süreci Mutezile ile aynıdır denebilir. İlk mutezili fikirlerin teşekkül ettiği H.110/M.728 yılı ve içinde bulunulan siyasi, iktisadi, sosyal, coğrafi, tarihi ve kültürel şartlar beraber değerlendirildiğinde “dinin akılcı düşünce ekolü” olma farklılaşmasının nasıl kazanıldığı daha iyi anlaşılabilmektedir.
İlk dönem Mutezile’sinde, büyük günah işleyenin iki yer arasında bir yerde (ne mü’min ne kafir) olduğunun savunulması[4] ile, o zamana kadar tartışılanların dışında yeni bir kanaat getirip –ki bu toplumun rahat bir nefes alması için bir çözümdü- genel görüşten (temsilen Hasan el-Basri’den) itizal ederek ve koparak ön plana çıkan Vasıl bin Ata ve Amr bin Ubeyd’in önderliği ve hocalığında oluşmuş bir fikir hareketine dönüşüm gözlenmektedir. Bu sebeple mezhebin bir adlandırması da Vasıliye’dir.[5]
Vasıliye’nin bir adı da Kaderiyye’dir ki ilk kaderiye adlanan grup ile aralarında bir ilişki kurulmaya ve hatta onun devamı gibi gösterilmeye çalışılır. Vasıl’ın kader meselesine sıfatlardan daha fazla önem verdiğini, bu konuda öncülleri olarak belirtilen ve konuya ilişkin ilk isimlendirmeye muhatap olan Ma’bed el Cüheni ve Gaylan el Dımeşki’nin yolundan gittiklerini Şehristani Milel ve Nihal’inde özellikle vurgular.[6] Halbuki Kaderiyye bir eğilimdir, ekol değildir. Çünkü ekollerde bir faaliyet alanı göze çarpar ve ekoller aktif yayılmacıdır. Cüheni ve Gaylan’ın tepkiselliği etkili olmuş fakat bireysel kalmış, ekolleşememiştir.
Emevilerin kötü idaresi dolayısıyla yöneticiler, insanın işlediği kötü veya iyi amellerden dolayı müeyyide veya mükafat görmesinin anlamsız olacağı ve bunun her şeyi yaratan Allah’ın (burada insan iradesi ve fiilleri kastedilir) adaletine sığmayacağı/yakışmayacağı anlayışlarını Cebriyye ile desteklemişlerdir. Buna göre Allah’a şer ve zulüm isnad edilemeyeceği, kullarından emirlerinin hilafına bir şey isteyemeyeceği, gerekli kıldığı şeyden dolayı cezalandıramayacağı söylendikten sonra kulun fiilindeki irade hürriyetine ve tercihen kötülük yapabilme özelliğine dikkat çekilmiştir.[7] Böylece Allah’ın doğrudan fail (Cebrî fikir) veya müşterek/dolaylı fail (sonradan olgunlaşacak Eş’arî fikir) oluşuna karşı çıkılarak Emevilerin yönetim zulmünün gerekçesi olarak gösterdiği siyasi-itikadi referansına yani katı determinizme ve fatalizme giden kaderci yorum çökmüştür.
Bu bağlamda ilk Mutezililerin temel ve genel görüşlerine bakıldığında sonradan “usul-u hamse” adlanan şu ilkelerin yalnız üçü göze çarpmaktadır:
El menzile beyne’l menzileteyn: Büyük Günah işleyenin ne kafir ne mümin olduğunu, iki yer arasında bir yerde duran bir fasık ve hatta tevbe etmeden ölürse küfür üzere öldüğü görüşüdür. İlk oluşum ve kopuş vakası olarak kayıtlarda geçer.
El va’d ve’l va’id: Allah’ın “zorunlu” olarak (ayette haber vermesi sebebiyle) günah işleyenleri cezalandırması, Salih amel işleyenleri mükafatlandırması görüşüdür.
Emri bi’l ma’ruf nehyi ani’l münker: Davetin yayılması, dalalette olanların hidayete ermesi, hakkı batıla karıştırmak isteyenlerinin zararlarının önlenmesi için her Müslümanın görevi olan iyiliğin emredilmesi, kötülükten sakındırılmasıdır.[8]
“Tevhid” ilkesinin sıfatlar hakkındaki tartışmalar ekseninde ve tevhid ilkesinin devamı-sonucu olarak da “Adl” ilkesinin, hüsun-kubuh meselesine ve insanın kendi fiillerinin yaratıcısı olması bahsine ilişkin ortaya çıktığı tespit edilebilmekte olup, Mutezile’nin olgunlaşma (Allaf) ve zirve olduğu dönemlerde (Allaf, Nazzam) bu ilkelerin geliştirildiği tarih, makalat ve kelam eserlerinden görülebilmektedir.[9] Tercümelerin artması, mantık ve felsefenin kelama sistematize edilerek girmesi artık Mutezile’yi kurumlaşmış bir şekilde[10] sadece dinin diğer fırkalarına değil, ayrıca, öteki ile karşılaşma yani yeni Müselman olmuş veya olmamış kültür ve inanç sistemlerinin taarruzları ve sentezlerine[11] karşı da bir aksiyoner hareket (Mecalis, reddiye) getirmiştir.
İlk Mutezililerde kader bahsinde öne çıkan ismin Amr bin Ubeyd olduğu da kayıtlarda geçmektedir.[12] Bu hususun Hasan El Basri’nin en parlak öğrencileri olan Amr ve Katade arasında selef-halef mücadelesinden de görülebileceği kayıtlardan anlaşılabilmektedir.[13]
Mutezile’nin doğuşunda sosyo-kültürel sebepler ile siyasi zemine bakmak ve ortaya çıkış sebepleriyle bu dinamizmi göğüsleyenleri anlamak bakımından; kader bahsinde adı daha çok ön plana çıkan Amr bin Ubeyd’in hedef tahtası yapılmasında özellikle seçilerek anlatılagelen şu olay, ilk temsilcilerinin meseleye ne denli rasyonalist, metodolojik ve nesnel yaklaşım içinde olduğunu özetlemek için önemli bir örnektir/olaydır:
Amr’a bir kişi Abdullah ibn Mesud’dan “…kul, anne karnında 40 gün kaldıktan sonra kan pıhtısı haline gelir…” hadisini[14] rivayet edince Amr şunları söyler:
"Eğer bu hadisi ravilerinden A'meş'ten duysaydım onu yalanlardım. Zeyd ibn Vehb'ten duysaydım cevap vermezdim. Abdullah ibn Mes'ud'dan duysaydım kabul etmezdim. Peygamberden duysaydım reddederdim. Allah böyle söyleseydi O'na da: 'Biz seninle böyle misaklaşmamıştık.' derdim.”[15]
Sonuç olarak denilebilir ki, Kaderiye diye anılan eğilimin ilk temsilcileri Mabed el Cüheni ve Gaylan el Dımeşki’nin ilk Mutezililerin öncülleri olarak tanımlamak yalnız kader bahsi açısından doğru bir çıkarımdır fakat fırkayı veya hareketi onlardan başlatmanın yıpratma, siyasi itham ve kötüleme niyetiyle yapılmış olduğu anlaşılmaktadır. Bu bağlamda Emevilerin, idarelerindeki zulmün siyasetten itikade aktarılarak din temelli, inanç referanslı ve ilahi adaleti arkasına alma kurnazlığına başvurmaları sebebiyle, karşı cephede yer alan Kaderiye ve İlk Mutezililerin muhalefet olarak birlikteliğinin sadece kelami boyuta taşınmasından[16] başka bir ilişki kurulması doğru bir yorum ve önerme olmayacaktır.[17] Aksine, Vasıl’ın ve Amr’ın ilk etapta sadece daha çok tevilci, propagandacı ve çözümcü yaklaşım içerisinde hareket ederek sohbet halkalarını ve taraftarlarını oluşturdukları, cedel veya mantık tekniklerinin Yunan felsefesiyle buluşmamış ilk Mutezile’de henüz kullanılmadığı, bu sebeple belirginleşen konuların alt meselelerine ve detaylarına ilk temsilcilerin çok fazla inmedikleri tespiti yapılmaktadır.[18]
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
[1] Şehristani, (2011), Dinler Mezhepler ve Felsefi Sistemler Tarihi (El Milel ve’n Nihal) çev. Mustafa Öz, s.60, Litera Yay., 2. Baskı, İstanbul
[2] Aydınlı, Osman. (2013), İslam Düşüncesinde Aklileşme Süreci “Mutezile’nin Oluşumu ve Ebu’l Hüzeyl Allaf”, s.29, Ankara Okulu Yay., Ankara
[3]Hatta Mutezile’nin, Basra’da doğup Bağdad’ta geliştiği, ilk sunni rasyonalist itikadi mektebi olduğu savı dile getirilmektedir. (Bkz: Kamal, Muhammad. 2003, Makale: “İslami rasyonalizmin doğuşu: Mutezile, pr:1: “The Mu'tazilah was the first Sunni rationalist theological school founded in Basrah and later developed in Baghdad …”), [Kamal, Muhammad. (2003), “Mu'tazilah: The rise of Islamic rationalism”, s.27, Journal of the Rational Society of Australia, No:62 Autumn, Melbourne, Victoria State of Australia
[4] Watt, W.Montgomery. (2010) “İslam Düşüncesinin Teşekkül Devri”, s.294, Çev. E.R. Fığlalı, 3.baskı, Sarkaç Yay., Ankara
[5] Watt,, a.g.e, s.300
[6] Şehristani, a.g.e, s.58
[7] Şehristani, a.g.e, s.59
[8] Uyar, Mazlum. (2012) Bölüm: “İman-Küfür ve Kader Meseleleri Etrafında Oluşan İlk Mezhepler” Ünite:3, İslam Mezhepleri Tarihi, s.59-60, Anadolu Ü. Yayınları, 3. Baskı, Eskişehir
[9] Watt, a.g.e, s.297
[10] Aydınlı, ag.e. s.47
[11] Kamal, a.g.e s. 29
[12] Aydınlı, a.g.e, s.33
[13] Watt, a.g.e s.296
[14] “Sizin biriniz (in hilkati mebdeinde) ana vebaba maddeleri kırk gün ananın karnında toplanır, (halka müstaid bir halde tahammür eder). Sonra o maddeler o kadar zamân (kırk gün) içinde katı bir kan pıhtısı hâlini alır. Sonra yine o kadar zaman (kırk gün) içinde mudga = bir çiğnem ete tahavvül eder. (Dördüncü tekâmül tavrında) Allah bir Melek gönderir. Ve tekâmül eden mudgaya (şu) dört kelime (yi yazması) emrolunur ki: onun işini, rızkını, ecelini, şakî veya saîd olduğunu yaz! denilir. (İbn-i Mes`ûd demiştir ki: Abdullah`ın hayâtı yed-i kudretinde olan Allah`a yemîn ederim ki: Melek bunları yazdıktan) sonra ona ruh üflenir. (Cenin canlanır). İmdi sizden bu kişi (bu fıtratı îcâbı dünyâda) iyi iş işler de hattâ kendisiyle Cennet arasında yalnız bir kulaç mesâfe kalır. Bu sırada (Meleğin ana karnında yazdığı) yazı gelir; o kişiyi önler. Bu def`a o, Cehennemliklerin işini işlemeğe başlar (da Cehennem`e girer) sizden bir kişi de (fenâ) iş işler. Hattâ kendisiyle Cehennem arasında ancak bir kulaç mesâfe kalır. Bu sırada (Meleğin yazdığı) kitâbı gelir onu önler. Bu def`a o kişi ehl-i Cennetin işini (hayır iş) işler, (Cennet`e girer).” [Bkz. Buhari, e's-Sahih, Kitabu't-Tevhid 128; Tecrid, hadis no: 1324, hadis.ihya.org, Erişim tarihi: 04.10.2015]
[15] Aydınlı, a.g.e, s.98
[16] Kamal, a.g.e s. 28
[17] Aydınlı, ag.e. s.105
[18] Aydınlı, ag.e. s.47
Comentarios