top of page
Ara

EL HAYYAT: MİHNE SONRASI MUTEZİLE’Yİ İHYA ÇABALARI VE İSLAM DÜŞÜNCESİ İLE DİN BİLİMLERİ MİRASINA KAT

  • Yazarın fotoğrafı: atakan korkmaz
    atakan korkmaz
  • 9 Ara 2015
  • 8 dakikada okunur

Giriş ve Genel Görünüm


Mu’tezile mezhebi tarih içerisinde gelişimini, büyümesini ve etkisini iki büyük okul üzerinden sürdürmüştür. Basra’da doğan bu kelami mezhep, Abbasi Devleti’nin siyasi başkenti olmasının yanında ilim çalışmalarının da merkezi olan Bağdat’ta da gelişim göstermiş, zamanla 5 usul[1]ü kurucu ve kimliksel aidiyet olarak gören mezhebin ikinci büyük ekolü olarak Bağdat okulu da Basra ile yarışır hale gelmiştir. Hicri 3. yy başlarında, Basra ekolünün temsilcisi ve en yetkin âlimi Ali el-Cübbâî iken, Bağdat ekolünün öncüsü sayılan alim de tam adıyla Ebû’l Hüseyn Abdurrâhîm b. Muhammed b. Osman el-Hayyât’tır.[2]


Bağdat Mutezilesi’nin öncü temsilcilerinden Ebu’l Huseyn el-Hayyât, (298/910) Milel ve Nihal eserlerinde anıldığı kadarıyle Bağdat mutezilesi alt fırkalarından Hayyatıyye fırkasının reisi olarak gösterilecek kadar mezhebinde çoğunluktan ayrı düşen özel ve farklı görüşlere sahiptir. Makalat türü eserlerde Ka’biyye fırkası müstakil bir Mutezile fırkası olarak zikredilmekle birlikte el-Kabi de, hocası Ebu’l-Hüseyn el-Hayyat’a birkaç mesele haricinde muhalefet etmeyip, fikirlerinde muvafakat ettiği için bazı kaynaklarda Hayyâtıyye ve Ka’biyye aynı fırkalar olarak zikredilmektedir. İkisi de Mutezile’nin sekizinci tabakasındandır.[3]


Ebü’l-Hüseyin el-Hayyât, ilmi şahsiyeti ve bazı görüşleri sebebiyle Mu’tezile’nin Bağdat ekolü içerisinde önemli bir yer edinmiş, Ma’dûm konusundaki farklı görüşlerinden dolayı bu gruba Ma’dûmiyye de denilmiştir. Yûsuf b. Mûsâ el-Kattân’dan hadis öğrenen Hayyât’ın hocaları arasında özellikle Heysem es-Sûfî ve Ebû Mücâlid ed-Darîr zikredilmektedir. Hayyât hadis ve fıkıhta da söz sahibi kabul edilmiş, bu özelliği dolayısıyla Rafizî fakihi Ebü’l-Abbas ibn Süreye, Mâlikî fakihi ibn Müntâb el-Kerâbîsî ve Zâhiriyye mezhebine mensup İyâzî gibi âlimler, aradaki mezhep farkına rağmen kendisinden faydalanmışlardır.[4]


El-Hayyât’ın en meşhur öğrencisi olan Ka’bî, el-Hayyât’tan kelam ilmini öğrenmiştir. İlim öğrenmek için Bağdat’a gittiğinde el-Hayyât’la tanışıp öğrencisi olması sayesinde Bağdat Mutezilesi’nde önemli bir yer edinmiştir.[5]


Bağdâdî (429/1037) Mu’tezile ve mensuplarını fazlaca eleştirdiği el-Fark Beyne’l-Firak isimli makalat türü eserinde Uyûnü’l-Mesâil’den nakiller yapmış, Ka’bî ve hocası el-Hayyât’ı da eleştirmiştir. Kabi’nin bir eser telif ederek hocası Hayyat’ı haber-i vahid konusunda sapıklıkla suçladığını kaydeden Bağdâdî, Ka’bî’ye hitâben “Sapıklıklarını bildiğin bir hocaya mensup olmanın utanç verici ve yüz kızartıcı durumu sana yeter.” demiştir.[6]


Mutezile en parlak dönemini Halife Harun Reşid döneminde yaşadıktan sonra bilindiği üzere siyasal anlamda da devlete Memun döneminde egemen olan tek itikadi yapı olmuş ve bunun sonucunda da bir kısım Mutezili alimlerin desteklediği “Halk’ul Kur’an mevzuu” etrafında 20 yıla yakın sürecek Mihne Hadiseleri yaşanmıştı. Mihne, İslam’ın en temel hassasiyeti olan “tevhid ilkesi” gereği Allah’ın sıfatları mevzuundan dolayı büyütülmüş ve siyasete aktarılmış bir mesele olup, İslam tarihindeki engizisyon ve mahkemeleri süreci olarak tanımlanır. Abbasi halifesi Me'mun döneminde Kuran'ın mahluk veya ezeli olup olmadığı tartışmalarının neticesinde Mutezili yorum olan "mahluktur" cevabını vermeyenlere yönelik başlatılmış ve Halife Mütevekkil’e kadar sürmüşse de arkaplanını iyi okumak gerekir. 20 yıla yakın süren bu hadiseler, sonuçları itibariyle 13 asır sürecek "Anti-mihne süreci"ni doğurmuştur. Hayyat, işte tam olarak Mutezile’nin itibar kaybettiği ve ayrılmaların yaşandığı bu devirde yaşamıştır. Bu sebeple mezhebi yeniden ihya çabası içerisine girerek, birlik mesajları verme amacıyla hareket etmiştir. Hayyat’ın yaptığı hem iç hem de dış güdümlü bir çaba olarak değerlendirilmelidir. İç güdüm, mezhebin ekolleri arasındaki tefrikayı sadece teoride tutma ve 5 temel esasta birlik kurulduktan sonraki meselelerin teferruat olarak gösterilme gayreti olarak görülebilir. Bu çabasıyla müntesipleri derleyip, mezhebi toparlama görevini ifa etmiştir. Dış güdüm ise, dışarıya karşı Mutezile’nin birliğini ve “yıkılmadık, ayaktayız” mesajını vererek yine en güçlü ve en üst telden reddiyeler ve ilmi eserlerle hem dinin, hem de mezhebin müdafaasını, mütekellim olmalarının işlerini kolaylaştırıcılığıyla devam ettirme üzerineydi, denebilir.


Hedeflenenleri yapmak ve başarmak için de usul-i hamse vurgusu içerisinde bir nevi mezhebin soyağacı olan tabakat ve reddiye kitapları yazılmaya başlanmıştır. Hayyat’ın el İntisar’ı da bunlardan biridir. Mutezililer bu beş ilkenin (tevhid, adl, el-va'd ve'l-va'îd, el-menzile beyne'l-menzileteyn ve el-emru bi'lma'rûf ve'n-nehyu ani'l-münker) tamamına inanmayanların Mutezili olamayacağı hususunda ittifak etmişlerdir. 5 temel esası ilk kez sistematik ve derli bir şekilde yazan ve belirten Hayyat ve kitabı el-İntisar’dır.


Basra Mutezile’sinin o dönemdeki temsilcisi, Mutezile tarihinin önemli âlimlerden birisi olan Ebû Ali el-Cübbaî, Ka’bî’yi övmüş ve onun hocası Hayyat’tan ilmen daha önde olduğunu söylemiştir. O dönemde Cübbâî’nin Basra ekolünde yeri ne ise, Bağdat ekolü için de Ka’bî’nin mevkisinin de o olduğu söylenmiştir.[7] Buradan Hayyat ile Cübbai arasındaki çekişmenin boyutu ve hedeflenenin tam anlamıyla başarıya ulaştığının söylenemeyeceği anlaşılabilmektedir. En büyük farkı ve ayrımı da siyasi konu olan imametin, kelami konu olarak savunulması noktası oluşturmaktadır.


Hayyat ve O’nu Özel Kılan Başlıca İlmi Teorileri


Ma’dumiyye, Ebü'I-Hüseyin el-Hayyat'a atfedilen, hudusu anında cisim olma vasfı sabit olan bir varlığın yokluk halinde de o vasfa sahip olması gerektiği düşüncesine dayanan akımdır:[8]


“Cevherler, renk dışındaki bütün arazlardan soyutlanıp benzerlik veya farklılık arzedebilir. Ma’dûmun cevher veya araz olmasının muhal olduğunu ve onun bir “şey” olduğunu söyleyen Hayyât’a göre alemde boşluk yoktur. Dünya yuvarlaktır, ancak feleğin merkezinde bulunduğu için sükûn halindedir. Ruh da mekân işgal etmeyen bir cevherdir.”[9]


O’na göre “şey”, bilinen ve kendisinden haber verilen olduğu için, cevher yokluk halinde de cevher olup, aynı şekilde araz da yokluk halinde de arazdır. Sadece onun varlık özelliği veya varlığını ve yaratılmasını gerektiren özellikler (hareket ve sükun) halde bulunmaktadır.[10] Buradan hareketle “yok” (madum) yerine “sübut” kelimesini tercih etmiş ve madumu cisim olarak kabul etmesi sebebiyle bu görüşü “madumiyye” olarak adlandırılmıştır.[11] Muhtemelen Hayyat bu önermeyi, Allaf’ın bir nevi determinist sistemi formule eden “tevellüd nazariyesi”[12] gereğince tabiattaki sebep-sonuç ilişkisinin zorunlu olduğu fikrinden hareket ederek üretmiştir.[13]


el-Hayyât’ın “El-İntisar” ile “er-Red Alâ Men Esbete Habere’l-Vahid” isimli telif etmiş olduğu eserlerde Mutezile’nin geneline hâkim olan birçok görüş, kendi dönemine kadar geçen süreçte oluşan birikim, bir değerlendirme ile bugunlere gelmiştir. Bu değerlendirmeler, hem kelam, hem hadis ricâlini hem de kendi mezhebini kapsamaktadır.[14]


Mutezilî âlimlerin zaman zaman hadis müdafîliği yaptığı olmuştur. el-İntisar isimli eserinde sünnetin önemine de inen el-Hayyât, Rafizîlerin “sünnetin tağyir, tebdil ve tahrîfe maruz kaldığı” şeklindeki iddialarına karşı çıkmış, Allah’ın, dinine sıkı sarılmayı ve Rasulünün sünnetine uymayı emrettiğini ifade etmiştir.[15] Lakin haber-i vahidin de delil değeri taşımadığını iddia etmiş ve savını ayrıntılarıyla açıklamıştır.


Hayyat, haber-i vahidin itikadi konularda huccet olarak kabul edilemiyeceği görüşüne meyleden bazı kanaatlara rağmen; kabir azabı, münker-nekir, havf, şefaat, muvahhidlerin bir müddet sonra cehennem ateşinden kurtarılmaları ve ru’yetullah gibi haber-i vahidler kanalıyla nakledilen itikadi konular, ehl-i sünnet mezheplerinin iman edilmesi gereken akaid konuları içerisinde yer almasından dolayı imanın şubelerinin artırılması cihetinde din adına kaygılıdır ve bu sebeple bu husus onun için önemlidir.[16] Bağdat Mutezilesi’nden el-Ka’bî’nin hocası el-Hayyât’ın haber-i vahidi inkâr ettiği görüşüne katılmadığı kaydedilmiştir. Bağdâdî’ye göre fıkhın ekseriyetle farzları, haber-i vâhidlerle kâim olduğu için, Hayyât’ın tek amacı, ahkâm-ı şer’iyyeyi reddedebilmektir.[17]


Tesbit edilebildiği kadarıyla “ehl-i tevhid” tabirini "Allah’ın birliğine inanan bütün müslümanlar" anlamında da ilk defa kullanan el-Hayyat'tır. O’na göre, ehl-i tevhidden olan müslüman ya Mutezile'ye veya Cebriyye'ye bağlı olur. Zaten sonrasında diğer itikadi zümreler bu ikisinin ekseni etrafında şekillenmiştir. Bu taksim, kullara ait fiillerin Allah veya insanlar tarafından yaratılması esasına dayanmakta olup müselmanlar arasında bu iki görüşün dışında üçüncü bir telakkinin bulunmadığı anlayışını öngörmektedir.[18]


Mutezile’ye özgü fikirlerin ve beş temel esasın günümüze kadar ulaşmasında etkili olan kelamcıların ilki olan el-Hayyat, Kitabu’l-İntisar ve’r-Reddu ala Ravendiye’l-Mulhid isimli kitabıyla haklı bir üne sahiptir. O bu eserini İbn Râvendî’nin[19] Mutezile’yi kötülemek için yazdığı Fedâihü’l-Mu’tezile (Mu’tezile’nin Saçmalıkları)[20] isimli kitabına reddiye olarak kaleme almıştır. İbn Ravendi’nin alaycı, tahrifkar ve kötüleyici üslubunda hedef seçtiği konu ve isimlere cevap olarak, iddiaları kaynaklarıyla tashih eden Hayyat, El-İntisar’ıyla başarılı ve hakkını verecek bir şekilde mücadele etmiş ve Ebu’l Huzeyl Allaf’tan başlayarak Mutezili alimlerin çoğunluğunun sistemleştirerek öne sürdüğü bir çok delil ve kavramı mükemmel bir şekilde açıklamıştır.[21]


Peygamberlerin ismeti konusuna da değinen El-Hayyat, Peygamberlerin tebliğlerinde hata yapamayacaklarını, diğer konularda ise “zelle” türünden küçük günahlar işleyebileceklerini kabul etmiştir.[22]


Bağdat Mu’tezilesi’nin büyükleri Hayyat ve Ka’bi, Basra Mutezile’sinden Bağdat’ta uzun yıllar yaşamış Câhız’ın imamet teorisini geliştirip, imametin hem aklen hem de şer’en vâcib olduğunu ileri sürmüşlerdir.[23] Basra Mutezilesi ile aralarındaki imamette efdal-mefdul ayrışmasının etkisi, yorumlarının savunulmasında ve eleştirilmesinde satır aralarından dikkatlice okunabilmektedir. Hayyat, sahabenin en üstününün Ali b. Ebu Talib olduğu inancındadır. Bu görüşünü desteklemek için Hz. Ali’nin sahabe arasında ilk Müslüman kişi olduğu, sahabenin alim, zahid, mücahit, kurrâ, müfessir ve cömertlerinin ilki olduğu ve Hz. Peygamber’e en yakın kimselerden olduğu tezini ileri sürer.[24]


Sonuç


Mihne Hadiseleri, İslam düşünce tarihinde, çağındaki zirve ufkun ve gelişmişliğin en üst seviyesinin, ta o günden bugünlere kadar sürecek fetret devrine yani aydınlıktan karanlıklar ülkesine gireceği "mahluk mu, değil mi" sorusu üzerine bina edilen, çağınca gerekli ama adil olmayan yargılamalardır. Ve böylece akılcı din söylemi ve kelami perspektif, "ezelidir, mahluk değildir" tarafını seçenlerin birkaç yıl sonraki daha şedid intikam rövanşının 13 asır süreceği ve İslam’ın müntesiblerinin üzerine ölü toprağı atacağı günlere uyanacaktır. Entelektüel ambargo tam 13 asır sürerek, Kur’an’a inananların kitap girizgahında istediği asgari şarta, yani “akıl ayracı”na kapıları kapatacaktır ve böylece Müselmanların medeniyet hamlesi için girişimleri yarım kalacak ve süreç kelimenin tam manasıyle gelişim ve medeniyetin aksi yönünde işleyecektir.


İşte tam burada Hayyat’ın Mutezile’yi ihya için giriştiği çabalar, kullandığı daha yumuşak ve çerçeveyi genişleten cedel üslubu, mezhebin onursal ve teorik savunmacılığını üstlenme, Bağdat-Basra çekişmesinde toparlayıcı ve bütünleştirici hareketler takdiri hak etmekte ise de düşüşü önleyememiştir. Netekim kısa sürede kuvvetlenen Ashab’ul Hadis, Hayyat’ın dönemdaşı Eşari’nin Mutezile’den ayrılarak kurduğu kelam ekolüyle, etkisi bugün de devam edecek şekilde, tüm Müselmanların zihinlerine ve adımlarına hakim olacaktır. Zira İslam düşünce tarihinde Mutezile ile beraber “akl”a karşı da sürgün ve hapis uygulamasının kırılma çabaları Hayyat, çağdaşları ve halefleri eliyle giderilemeyecek ve Mutezile fikri ve kelami anlamda kendini Şia’ya (özelde Zeydiye)[25] hicrette bulacaktır.


Yine de Hayyat, din ile materyalist düşüncenin tarihi kavgasında İslam cephesindeki ilk müdafilerden olarak tarihteki yerini saygıdeğer bir biçimde almış, din ve hukuk hükümlerinin dayandığı kaynakların değerlendirilmesinde dikkate alınmayı gerektirecek fikirler ileri sürmüş ve döneminin argümanlarının sağlıklı bir şekilde bilinip kiritik edilmesinde bugünlere ulaşacak yararlı eserler vermiştir.


Atakan KORKMAZ

Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

İslam Mezhepleri Tarihi Ana Bilim Dalı

--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

[1] Usul-u hamse, ilk olarak Hayyat tarafından “El-İntisar” eserinde mezhebi kimlik açısından vurgulanıp belirginleştirilmiştir. [Bkz: Gölcük, Şerafettin. Madde:“El-İntisar”, DiA, İstanbul 1998, XXII, s. 357]

[2] Gölcük, Şerafettin. Madde:“Hayyat”, DiA, İstanbul 1998, XVII, s. 103

[3] Şehristani. el-Milel ve’n-Nihal: “Dinler, Mezhepler ve Felsefi Sistemler Tarihi”, çev. Mutafa Öz, Litera Yay., İstanbul 2011, s. 77

[4] Gölcük, agm, XVII, s. 103-104

[5] Taha Çelik. Yayınlanmamış Doktora Tezi: “Ebu’l Kasım El-Ka’bî Ve Kabûlü’l Ahbâr Ve Ma’rifetü’r Ricâl isimli eser”, Selçuk Üniversitesi Temel İslam Bilimleri Hadis A.B.D., Konya, 2009, s.5

[6] Abdülkahir el-Bağdadi, El Fark Beyne’l Firak (Mezhepler Arasındaki Farklar), çev. Ethem Ruhi Fığlalı, T.D.V, Ankara 1991, s. 131

[7] Bebek, Adil. Madde: “Ka’bî”, DİA, İstanbul 2001, XXIV, s.27

[8] Gölcük, Şerafettin. M:“Madumiyye”, DiA, İstanbul 1998, XXVII, s. 311

[9] Çakar, Sadullah. Yayınlanmamış Master Tezi: “El-İntisâr Bağlamında Ebu’l Hüseyin

El-Hayyât’ın Kelâmî Görüşleri”, 100. Yıl Üni. Temel İslam Bilimleri Kelam A.B.D., Van 2009, s.35-38

[10] Şehristani, age, s.77

[11] Öz, Mustafa. Mezhepler Tarihi ve Terimleri Sözlüğü, Ensar Yay., İstanbul 2012, s. 301

[12] İnsan, fiillerinin istenmeyen kötü sonuçlarından da sorumlu olduğundan hareketle bir şeyin bir şeyden doğması ve yapanın fiili ile fiilin sonucu arasındaki sebep sonuç ilişkisini açıklayan nazariyedir. Çağdaş hukukumuz için bakacak olursak; maddi hukuk ve ceza hukukunda sorumluluk “taksir” unsuruna, ve fiilin sonucu “illiyet bağı” unsuruna karşılık gelmektedir. [Krş. bkz: Aydınlı, Osman. İslam Düşüncesinde aklileşme Süreci, s. 272, 293; Türk Borçlar Kanunu md. 41, Türk Ceza Kanunu Md. 23, 116; Centel/ Zafer/Çakmut, Türk Ceza Hukuku’na Giriş, Beta Yay, 4. Baskı, İstanbul 2006, s. 403]

[13] Öz, age, s.302

[14] Çelik, age, s.47

[15] Çakın, Kamil. Makale: “Hadis İnkârcıları”, Seba Yay, Ankara, 1998, s.104

[16] Koçyiğit, Talat. Hadis Tarihi, Ankara Üni. İlahiyat Fak. Yay, Ank. Üni Basımevi, Ankara 1977, s. 189

[17] Bağdadi, age, s. 159

[18] Bahçeci, Muhittin. Madde:“Ehli Tevhid”, DİA, İstanbul 1998, XX, s. 531

[19] “İbn Râvendî önceleri Mu’tezile’nin sekizinci tabakasında iken bu ekolden ayrılmış ve daha sonra amansız bir Mu’tezile muhalifi olmuştur. Bu arada dinden uzaklaşarak, inançsızlığını izhar ederek, zındıklardan olmuştur. İbn Nedim’in bildirdiğine göre önceleri hayırlı bir yol, güzel bir yaşama sahipken bu hasletlerinden uzaklaşmıştır. Buna sebep olarak da ilminin aklından daha çok olduğunu belirtir. İnançsızlığa/İlhada düşmesine neden olabilecek başka şeylerden bazıları da ailesini kaybetmesi, başkanlık arzu etmesi ancak buna nail olamaması gösterilmektedir. Kitabu’l-İmâme’yi de Rafızilerden para aldığı için yazdığı rivayetler arasındadır. Birçok kitaba sahip olan İbn Ravendî’nin kitapları küfriyatla doludur. Nübüvveti ve risâleti inkar etmiştir. Hayyat ve Ebu Ali Cubbai ve ez-Zübeyrî onu görüşlerinden dolayı tenkit etmiştir. Öldürülmeden korktuğu için kaçtığı ve Kufe’de bir Yahudi’ye sığındığı ve daha sonra da evinde öldüğü nakledilmektedir. Kitaplarından bazısı şunlardır: Kitabu’l-Mercan fi İhtilâfi Ehli’l-İslâm; Kitabu’l-Esmâi ve’l-Ahkâm; Kitabu’lİbtidâ’ve’l-İâde; Kitabu’l-İmâme; Kitabu Halku’l-Kur’an; Kitabu’l-Bekâ’ ve’l-Fenâ’; Kitabu Lâ Şey İllâ Mevcud; el-Ferîd fi’r-Reddi ala’l-Enbiyâ, Kitabu’t-Tâc fi’r-Reddi ala’l-Muvahhidîn.” [Bkz. Aydinli, Osman. İslam Düşüncesinde Aklileşme Süreci, s. 232; İbn Nedim, Fihrist, s. 216; İbn Murtaza, Tabakatu’l-Mu’tezile, s.92]

[20] İbn Ravendi’nin eserinin adını kasten ve kinayeli olarak el-Cahız’ın “Fadiletu’l Mutezile” (Mutezile’nin Faziletleri)’ye gönderme amacıyla seçmiş olduğu belirtiilmektedir. [Bkz: Gölcük, Şerafettin. Madde:“El-İntisar”, DiA, İstanbul 1998, XXII, s. 357]

[21] Aydınlı, Osman. İslam Düşüncesinde Aklileşme Süreci, Ankara Okulu Yay., Ankara 2013, s. 273-274

[22] Yazıcıoğlu, M. Said, Kelam Ders Notları, Ankara Üni Basımevi, Ankara 1998, s.31

[23] Çelik, a.g.e, s.40

[24]İbn Murtaza, Tabakatu’l-Mu’tezile, s.86-88.

[25] Watt, W. Montgomery. İslam Düşüncesinin Teşekkül Devri, çev. Ethem Ruhi Fığlalı, Sarkaç Yay., 3.Baskı, Ankara 2010, s.379

Comments


Featured Posts
Recent Posts
Archive
Search By Tags
Follow Us
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page