top of page
Ara

KADINA iSLAM'DAN BAKMANIN iMKANI

  • Yazarın fotoğrafı: atakan korkmaz
    atakan korkmaz
  • 19 Eyl 2016
  • 23 dakikada okunur

MHP Genel Merkez Kadın Kolları Dergisi, Sayı 1, Mart 2016, ss. 64-79

Av. Atakan KORKMAZ*

Giriş

Günümüzde uygulana gelen ve herkesin tartışmasız kabul ettiği evrensel hukuk karinesi gereğince insanın doğuştan elde ettiği haklara, insanlık tarihinde birden kavuşulmamıştır. İnsanın insan olduğu için değerli olduğu ve doğuştan haklara sahip olduğu görüşü; sırasıyla totaliterizm, feodalite, aristokrasi, burjuvazi, devlet ve nihayet toplum olgularına karşı bireyin korunması saikıyla Batı’nın kendisini bu etmenlerden soyutlaması sonucu mümkün olabilmiştir. Böylece mevcutlar içerisinde demokrasinin, hukukun üstünlüğünün ve sekülerliğin birincil tutulduğu Batı’ya ait medeniyetin, insanlık için gelebileceği son aşama ve en güzel örnek olarak tüm dünyaya sunulduğu ve kabul gördüğü gözlemlenmiştir. Dünya genelinde yasalarla bireyselliğin öne çıkarılıp temel hak ve ödevlerin koruma altına alınması ortak değer olarak amaçlanmış ve hakim paradigma bunun üzerine kurulmuştur. Böylece birey olarak insanın kendisi devlet, doktrin, toplum, aile, kültür ve din gibi otorite aygıtlarından bağımsız değerlendirilerek insana ait haklar sınıflandırma ve düzenlemeye tabi tutulmuş, konunun ana başlıkları belirlenerek detaylı olarak açıklanmaya ve insana dair öz terminolojinin üretilmesi yoluna gidilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin de taraf olduğu 1948 BM İnsan Hakları Sözleşmesi’nde çocuk hakları, kadın hakları, işçi hakları, seçim hakkı, hayat hakkı gibi teoride olan veya tartışılan birçok konu yasallaşmış ve tüm dünyada mevzuata geçirilmesi başarılmıştır.


Devletimiz bu sözleşmeye taraf olup ideal olanı uygulamaya çalışmış ve halen de çalışıyor olsa da bizler yani Türk toplumu bu hakları tam anlamıyla özümsemeyi ve pratiğe dökmeyi başarabildik diyemiyoruz. Maalesef sınıfta kaldığımız en önde gelen hak ihlali başlığını da kadınlar ve kadınlara dair konular oluşturmaktadır.


Kadının hak ve değerleri hakkında toplumsal problemlerimizin tespiti yapılırken ilk akla gelen sebepler: Kültür yapısı, eğitim seviyesi, ekonomik durum ve dinî inançlar olarak gösterilir. Biz bu sebeplerin ele alınmasında disiplinler arası bir çalışmanın lüzumuna inanmakla birlikte her birisini incelememizin imkân dâhilinde ve kolay olmayışı sebebiyle sadece kadın haklarının ihlali ve kadının değerlendirilmesindeki olumsuz zihniyetin en önemli sebeplerinden olan “dinî inançlar” kategorisini ele alacağız. Türk toplumunun %92-98’inin Müslüman olduğu bulgusu ve düşüncesinden hareketle yalnızca İslam dininden kadına ve kadınla ilgili meselelere bakışı inceleyeceğiz.


İslam’dan Önce Türklerde ve Ortadoğu’da Kadın


Dinin kaynağı vahiydir. Vahiy de peygamberi gerektirir. Bu sebeple din ile ilk sıcak temasa geçenler, peygamberin dâhil olduğu toplum ve coğrafyasıdır. İslam dininin peygamberi Hz. Muhammed, Hicaz yarımadasında risalet görevini ifa etmiştir ve müntesipleri tarafından din, civar beldelere buradan yayılmıştır. Bu sebeple Ortadoğulu halkların İslam’dan önce kadına nasıl baktığını ve kadının toplumdaki konumunun ne olduğunu bilmek amacıyla, vahye ve risalete ilk muhatap olan ve dine kitleler halinde ilk giren Araplar, sonra Farslar ve daha sonra da Türkler üzerinden mevzuya genel hatlarıyla bakmak yeterli olacaktır.


Cahiliye Arap toplumunda kadınlar genel olarak hürler ve cariyeler olarak iki sınıftı. Hür kadınlar içerisinde kabile reisleri ve aristokrat ailelere mensup olanlar sayıca çok çok azdı. Yoksul ve/ya ortalama bir ailedeki hür kadınların saygınlığı onlar kadar olmamıştır. Her ne kadar varlıklı hür kadınlar sosyal hayatta söz sahibi olsalar da sayıca azınlıkta kaldıkları için onlar üzerinden değerlendirme yapmak yanlış kaçacaktır. Aksine cahiliye Arap zihniyetinde kadın kötülük kaynağı olarak erkekleri işinden alıkoyan, onlar arasında fitne sebebi olan ve cinsel bir meta olarak yalnız neslin devamında ve onları baştan çıkarmada kullanılan bir yaratığı teşkil ediyordu. O yüzden kadının kimliksel aidiyeti ve bireysel varlığının tanındığı söylenemezdi. Kadının değersizliğini anlatan ”kadınlarla istişare ediniz fakat onlara muhalefet ediniz”, “işini, kadınların görüşüne dayandıran kimse zelil olmuştur” sözleri Arapların algısına örnek özdeyişlerdendir.[1]


Kadının akılsızca, dürtü ve duygusuyla hareket ettiğine inanılırdı. Bu sebeple şahitliği, miras hakkı, eş seçimi serbestliği ve idarede söz hakları bulunmamaktaydı. Poligaminin yaygın olduğu evlilikler, ahlaka mugayir tarzda çeşitlilik arz etmekte ve kadına mehir hakkı tanınmamaktaydı. Kadını meta olarak gören bir algıya sahip olduklarından mülkiyetin paylaşımı durumunda kadın dahi paylaşılabilmekteydi.[2] Cariyeler ise, savaşta ele geçirilen veya güçsüz kabilelere mensup ailelere yapılan eşkıya baskınıyla zorla alıkonan kadınlardan oluşmaktaydı. Bir eşya gibi alınıp satılırlar, fuhuşa zorlanırlardı.[3] Anlaşılacağı üzere evliliğin dinî-hukuki bir mahiyeti bulunmazken, kadın bizatihi çocuk sahibi olmadıkça aileye dâhil de olamazdı. Kız çocuk sahibi olmak utanma sebebiydi ve bu sebeple kız çocuklar toprağa diri diri gömülürlerdi.[4] Görüldüğü üzere kadınların toplum içerisinde hiçbir değeri bulunmamaktaydı.


Farslara bakıldığında ise kocasına mutlak itaate mecbur tutulan kadın profili göze çarpmaktadır. Kan bağına rağmen Kisraların uygulamaya soktuğu ve tebaayı teşvik ettiği ensest evliliklere rastlanmaktaydı.[5] Kadına gayriahlaki olarak yaklaşıldığı ve kadınların da cinsel meta unsuru olarak çöküntüde bulunduğu Firdevsi’nin eski İran efsaneleri üzerine kurulu manzum destan olan Şehname’sinde de geçmektedir.[6] Zerdüştlük inancına göre Tanrı kadın ve erkeği bir arada ve birbirine arkadaş olarak yaratmıştır. Bu inançta kadın ve erkek eşit olarak kabul edilmektedir lakin kadın sözleşmelerin düzenlenmesinde bir şahit olarak hareket edemezdi ama bir sözleşme senedi olarak hareket edebilirdi ve bir mühre sahipti. Miras paylaşımında da kadınlar arası eşitlik yoktu. İlk eşin çocukları mirasın 2/3’ünü almaktaydı.[7] Kadınlar tam manasıyla hür değildi. Bununla beraber, erkekler üzerinde büyük etkileri vardı. Çocuklar 7 yaşına kadar analarına bağlı olurlar, sonra serbest bırakılırlardı.[8]


Türklerde ise kadınlar hürdür, aynı zamanda daha fazla hak sahibi ve değerli olarak görülmektedir. Babada sonsuz velayet hakkı anlayışı bulunmadığından kız çocuk eş seçimini yapabilmekte ve kızın zorla evlendirilmesine genel itibariyle rastlanılmamaktadır. Yaygın olan dul kadın ile ölenin kardeşinin evlenmesi kültünde (levirat) bile, dul kalan eş istemediği takdirde diğer kardeş ile evliliğin yapılamayacağı bilinmektedir.[9] Mehir yerine kalın (başlık parası) ve çeyiz yer almakta olup bu da aile efradından verilen hediyelerden oluşmaktadır. “Çeyizin miktarı en az kalının yarısı kadar olmalıdır. Kocanın bu çeyiz malı üzerinde hiçbir tasarruf hakkı yoktur.”[10] Kızın çeyizini alması sonucu üstsoydan miras hakkının kalmaması sebebiyle kocanın evine gittiğinde hayatın müşterekliğine binaen malın ortak maliki olduğu düşünülmektedir.[11] Kadın öldüğünde çocuk yoksa, kendisine ait çeyiz malının babaevine dönecek olmasına varana kadar kadınlara özel mülkiyet hakkı tanınmıştır. Kadının boşanma hakkını haiz oluşu hasebiyle, çeyiz veya çeyiz bedelinin boşanan taraflar arasındaki zilyetliğinin devri ile bu hakkın pratiği mümkün kılınmıştır.[12]


“Kaşgarlı Mahmud, eski Türklerde kadın için “avrat” ve “uragut” kelimelerinin kullanıldığını ifade etmektedir. Türk aile yapısında otorite sahibi olarak baba görülmesine rağmen eski Türklerde evin sahibi kadındı. Bundan dolayı ev kadını için söylenen en yaygın söz “evci” idi. İyi kadın evin dayanağı, dışarıda da kocasının bir yardımcısıdır.”[13] Evin sevk ve idaresi teslim edilen kadın, mal gibi alınıp satılamazdı ve şölen, kurultay, çiftçilik, ticaret gibi sosyal faaliyetler ile toplumsal hayata iştirak etmişti. Ortadoğulu halkların aksine Türklerde kadına değer verilir ve korunur, kollanırdı. Kadın muteber olduğundan düşman eline geçmesi veya esir düşmesi erkekler için zillet telakki edilirdi.[14] Devlet teşkilatçılığında hakan ile beraber hatunun da adı anılırdı. Ferman ikisinin adına yazılır ve hatun idari işlere dair bir kısım kalemleri bizatihi yönetebilirdi. Orhun kitabelerinde “anne-baba” söz kalıbının beraberce cümle içinde kullanımından aile içinde kadın ve erkeğin eşit haklara sahip oldukları anlaşılabilmektedir. O halde Türk aile yapısı eşitlik esasına göre şekillenmiştir, diyebiliriz. Zira yazıtlarda geçen “eş” de, karı ile koca arasındaki denklik anlamına gelmektedir.[15]


Görüldüğü üzere Araplar gibi kadının hiç değerindeki hükmü Türklerde İslam öncesinde de bulunmamaktadır. Farslar gibi de sadece kadını cinsel heva ve hevesleri için gayriahlaki araç olarak kullanmamışlardır.


İslam ile Kadına Gelen Haklar


İslam dini, en kâmil olan kitabı ve en iyi örnek teşkil eden hayatı tecrübe etmiş seçkin elçisi ile insanlığa ve tarihin gidişatına Tanrı’dan gelen bir müdahaledir. İnsanları karanlık ve çirkin bir halden birden değil fakat aşama aşama eğiterek çekmiştir ve kâmil olmaya hazırlayacak şekilde vahiy gelmiştir. Çünkü ezme veya eziklik psikolojisinin hâkim olduğu toplumlar birden insanileşme sürecine giremezler. Ayetler, işte gerçek hayattaki bu sosyal olguya göre sırasıyla inmiştir. Zulmün, haksızlığın, hukuksuzluğun, kaosun ve bunalımın egemen olduğu bir dünyaya Tanrı müdahalesi bu sebeple bir devrim olarak algılanmalıdır. Köleler, fakirler, yetimler ve kadınlar için hak namına yenilikler getirmesiyle, sorumluluk sahibi olan insanı daha baştan bir bebek gibi vahyî eğitime hazırlamış ve sonra ahkâmını indirmiştir.


Kur'an; tevhid ve ahiret ile beraber ahlakın öne çıkarılması, bireysel sorumluluğun vurgulanması noktasında kadın erkek, zengin fakir, genç yaşlı ayırmamıştır:


"Erkek olsun kadın olsun her kim mü'min olarak iyi işler yaparsa, işte onlar cennete girerler ve zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar."[16]


"Ben erkek olsun kadın olsun içinizden çalışan hiçbir kimsenin yaptığını boşa çıkarmam. Hep birbirinizdensiniz."[17]


"Mü'min erkeklerle mü'min kadınlar birbirlerinin velileridir; onlar iyiliği emreder, kötülükten alıkorlar, namazı dosdoğru kılar zekâtı verirler."[18]


Ayetlerde de görüldüğü üzere sorumluluk ve yetkinlik her iki cinsiyete de fark gözetilmeksizin eşitçe yüklenmiştir. Erkek veya kadın ayrımı yapılmamakta, aksine yaratılışın amacının farklılık değil, hukukullah (Allah’a ait haklar) ve ona sıkı sıkıya bağlı olan hukukul ibad (Kul hakları) olduğu getirilmektedir. Kadın hakları da hukukul ibad içerisindedir:


"Ey insanlar biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık. Birbirinizi tanımanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız takvaca en üstün olanınızdır."[19]


Kur'an'ın, insani eşitliğin hiç bir cinsel ayrım yapılmadan insan fıtratına yerleştirildiğini ve bunun yaratılıştan zaten var olduğunu bildirdiğini görmekteyiz. Bunun yanında Kur'an ilke olarak kadın ve erkek arasında herhangi bir fark olmadığını beyan etmektedir:


"Ey insanlar!. Sizi bir tek nefisten yaratan, o nefisten eşini var eden ve ikisinden pek çok erkek ve, kadın meydana getiren Rabbinize hürmetsizlikten sakının"[20]


"Sizi bir tek nefisten yaratan ve gönlünün huzura kavuşacağı eşini de aynı nefisten var eden Allah'tır".[21]


"Ey insanlar sizi tek bir nefisten yaratan..." hitabıyla Allah, kadın ve erkeğin aynı özden geldiğini ve insanlık değeri açısından bir olduğunu beyan etmektedir. Kur'an bir bütün olarak insanı muhatap almıştır.[22]


Bilindiği üzere İslam’ın kadın konusunu ele alışı veya İslam’da kadının konumu; en çok eleştirilen ve saldırılan birinci husus olmakla birlikte, günümüz Müslümanları da bu olumsuz bakışın haklılığını yerine getirmek için maalesef yarış halindedir. Bu sebeple Batı’dan gelen kültürel tehdit dolayısıyla İslam medeniyetini naklî ve akli delillerle savunan birçok düşünür, kadın meselesine eğilmek ve çözüm için fikirler üretmek durumunda kalmışlar, bu meselenin öneminin farkına varmışlar, bunu yaparlarken toplum mühendisliğine soyunup ıslahatçı yorumları ile toplumun dizaynını savunmuşlardır. Bu bağlamda İslam’ı, normatif ve geleneksel olarak ikiye ayırmışlar ve geleneğin kadına bakışı eleştirilerek normatif yani direk, ilk kaynak olan Kur’an’dan ve Kur’an’a paralel anlatımlar yapan Sahih Sünnet’ten mesaj verilmeye çalışılmıştır.


Bu ayrımdan bahisle modernist birçok düşünür normatif İslam'ın kadına hak ettiği değeri verdiğini ve hatta bu alanda büyük bir devrim gerçekleştirdiğini beyan etmişlerdir.[23]


Erkek ile kadın arasında bireysellik ve insanlık bakımından fark yoktur, eşitsizlik ancak iş ve ödev bakımından olabilir; hangisinde bunlar fazlaysa üstünlük ona yaraşmaktadır. “Muhammed İkbal, gerçek İslam'ın kadına gereken değeri verdiğini fakat daha sonra adet ve geleneklerin baskısıyla bu değerin örtüldüğünü söylemektedir. Bu yüzden İslam'ın öğretisi ile mesela fakihlerin(fıkıhçıların) kadın konusunda vardıkları sonuçlar aynı değildir. Batılıların bu noktada yaptıkları tenkitler, İslam'a ait değil, özellikle fakihlerin İslami naslara getirdikleri yorumlara ait bir tartışmadır.”[24]


İslam kadınlarının maruz kaldığı menfi halin müsebbibi, eski kültürlerinden kalma inanç ve adetlerinden vazgeçememiş ve dine girerken zihniyetini de taşımış kişilerdir. Zihniyetin transferi ve kamuflajı kadınları sükut ve çöküşe götüren asli sebepler arasındadır. Zihniyetler, mezhepleri ve dolayısıyla mezhep ekollerinin fıkıh eğitim-öğretimini de etkilediğinden, bu menfi sebepler nesilden nesile aktarılarak ve korunarak bugünlere ulaşabilmiştir.


Bunlar, genel hatlarıyla şu problemler olarak sıralanabilir:


1. Eskiden kalma gelenek ve ahlakın devamını sağlayan oligarşik yapı ve despotizm yönetimlerine maruz kalan kadınların menfi statüsü tarihi bağların tespitiyle tartışılmıştır. Emeviler devrinde başlayıp Abbasilerle devam eden İslam hilafetinin saltanata dönüşme süreciyle beraber kendi yönetimlerini sağlama almak isteyenler, meşruiyetlerini kendi dinî içtihatlarına dayandırdıklarından artık içtihat kapısının kapandığı fikrine, vahiyle aklın birbirine yabancılaştırılıp çatıştırılmasına giden bir tarih seyri içerisinde taraftar toplamış ve güçlenmiştir. “Teb'aya hilafet vesayeti adına yaklaşan saltanat geleneği, aile içinde de erkeğin kadına vesayeti adına dayatmacı ve buyurgan bir hiyerarşi anlayışını meşrulaştırmıştır”.[25]


2. Kadının şahitliğine güvenilemeyeceği ve hatta tek başına tanıklık yapamayacağına delil olarak getirilen ayet[26], Seyit Ahmet Han ekolünden olup Hindistan'da kadın hakları savunucularının önde gelenlerinden biri olarak kabul edilen Mümtaz Ali tarafından şöyle yorumlanmaktadır:


“İki erkek tanık bulunamadığı takdirde bir erkekle birlikte iki kadının tanıklığının aranmasını ifade eden ayetin kadın erkek eşitsizliğine delil olarak kullanılmasının yanlış olduğu fikri ayetin açık anlatımından anlaşılmaktadır. Vadeli borçlarla ilgili bir ayettir ve kadınların ticaret hayatıyla ilgilenmedikleri, özellikle borçlar mevzuunda herhangi bir pratiklerinin, tecrübelerinin olmadığı bir dönemde, bu hükmüyle iş hayatının güvenliğini sağlama gayesini taşımaktadır. Sadece vadeli borçlanmalarda o günün şartlarına uygun olarak vahyedilen bu Kur'an ifadesi şahsi hukukla alakalı değildir. Ayet gerçekte yalnızca ticari anlaşmalara ve erkek Arap tacirlerinin kadınlardan çok daha tecrübeli olduğu bir teknik alana işaret etmektedir. Bunun için ayetin bunun dışında bir mana ile değerlendirilmesi ve iki cins arasında varsayılan eşitsizliğe örnek olarak gösterilmesi, Kur'an ruhundan kaynaklanamaz. Bu olsa olsa bu tür tefsirlerin yapıldığı zamanın mutat örfünden kaynaklanır.”[27]


Bu öğüdün günümüzdeki Noter işlemlerine çok benzediği ortadadır ve konu taraflarla ilgili istisnai durumlardandır. Uzmanlık alanı isteyen bir ticari hususa ilişkin olarak şahitlik istenmektedir. Günümüzde kadın erkek bu işi yapabilmekte ve cinsiyet ayrımına gidilmemekte, kapasite ve işbitiriciliğe bakılmaktadır.


Kur'an'ın şahitlikle ilgili asıl öğüdü ise bir başka ayettedir ve ayet şöyledir:


“Ey inananlar" kendiniz, ana babanız ve yakınlarınız aleyhine de olsa, Allah için şahit olarak adaleti gözetin. İster zengin ister fakir olsun, Allah onlara daha yakındır. Adaletinizde heveslere uymayın. Eğer eğriltirseniz veya yüz çevirirseniz, bilin ki, Allah işlediklerinizden şüphesiz haberdardır."[28]


Görüldüğü üzere burada kadın erkek ayrımı yapılmamaktadır. Bir başka şahitliğin geçtiği Kur'an ayetine göre evlenme en az iki şahit huzurunda olacağı gibi, boşanma da en az iki şahit huzurunda olmalıdır. Ayet şöyledir:


"Kadınları ya uygun bir şekilde tutun ya da uygun bir şekilde onlardan ayrılın. İçinizden iki tane adil şahit de getirin. Şahitliği Allah için yapın. İşte bu Allah'a ve ahiret gününe inanan kimseye verilen öğüttür."[29]


Maalesef Allah'ın bu öğüdü İslam hukukunda yer almamış, fıkıhçılar, Allah'a ve Ahiret Gününe inandıkları halde, durumun kadınların aleyhine devam edip gitmesine izin vermişlerdir. Özel bir durum olan borç ilişkisine ait hükmü tüm hukuka uygulayarak kadınların tanıklık, şahitlik ve bunlarla ilintili meslekleri haiz hakkı gasp edilmiştir.


3. Erkeklerin kadınlara bir nebze üstün yaratıldığının Kur’an’da geçtiği ibarenin kaynağı olan ayetin illeti, sosyal statüden kaynaklanan ve erkeğe ait sorumluluklardan doğan aile reisliği önceliğinin mutlakiyet içermediği, değişebilecek şartlarla beraber bunun geçerliliğini yitireceği anlamı üzerinedir:


“Boşanmış kadınlar kendi kendilerine üç ay hâli (hayız veya temizlik müddeti) beklerler. Eğer Allah’a ve ahiret gününe inanıyorlarsa, Allah’ın kendi rahimlerinde yarattığını gizlemeleri onlara helâl olmaz. Kocaları bu süre içinde barışmak isterlerse, onları geri almağa daha çok hak sahibidirler. Kadınların, yükümlülükleri kadar meşru hakları vardır. Yalnız erkeklerin kadınlar üzerinde bir derece farkı vardır. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.”[30]


Muhammed Abduh, görevler ve zorluklar mevzusuna dair Kur’an’ın erkeğe tanıdığı bu Roma Hukuku’na ait "primus inter pares" halinin tarihi olup olmadığını tartışmaktadır. Abduh'un yaklaşımındaki can alıcı soru şudur: Bu, erkeğe yaratılıştan (fıtri) mı verilmiştir yoksa tarihî şartların bir gereği olarak erkek bu konumu kazanmış (kesbi) da Kur'an da buna göre mi ona bu vazifeyi vermiştir? Şayet kadın, zamanla aile sorumluluklarını yerine getirmede ve aile ihtiyaçlarını karşılamada en az erkek kadar iktidar ve imkan elde ederse bir derece önceliği artık kendisinde toplanamaz mı? Kadın sosyal, kültürel ve bilimsel olarak kapasitesini yükseltir ve erkeklerle beraber yaşamın yükümlülüklerini paylaşabilecek bir konuma kavuşursa, erkeğin bu hallerden doğan aile reisliği önceliğinin, kadın erkek arasındaki statü farkının ortadan kalkacak olmasına binaen, artık geçerli olmayacağı kanaati taşınır gözükmektedir.


"Erkekler kadınlar üzerinde gözeticilerdir (kavvam). Zira Allah insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılmıştır. Bir de erkekler mallarından infak etmektedirler."[31]


Yukarıda değinilen ayette bir önceki ile beraber değerlendirilmelidir. Erkeklerin kadınlar üzerinde kavvam oldukları belirtildikten sonra bunun illeti gösterilmekte ve "mallarından harcama yaptıklarından dolayı" denilmektedir.[32] Buradan anlaşılan, müşterek hayata katılmada mülkiyet ile tasarruf gücüne sahip olan her kimse veya hangi eş öne çıkıyorsa, gücün ifa edilebilmesi bakımından onun (ilişkiyi idare ve müşterek hayatı idame ettirme hakkında) üstün olabileceği ifade edilmektedir. Gözeticilik pozisyonu tarihsel şartlar içerisinde erkeğin kadın yararına çalıştığı şeklinde anlaşılmalıdır. Zira bunun da toplumdan topluma ve gelişmişlik düzeylerine göre değişebildiğine şahit olunabilmektedir.


4. Kadınların sosyal hayat içerisinde bulunması ve hatta yöneticilik yapması hakkında problemli görüşler ve bilinçsizce yorumlar yapılmaktadır. Seba melikesi Belkıs Kur’an’da geçmekte ve ilgili kıssada onun yöneticiliği hakkında hiçbir olumsuz yorum yapılmamaktadır.[33] İslam tarihinden örnekler verecek olursak; bilindiği üzere Hz. Aişe, riyaset konusunda Hz. Ali’nin karşısına çıktığında halkı yöneten, yönlendiren ve onlara hitap edip insanları davasına katılması için bizzat davet eden bir liderdi. Aynı şekilde Ümmü Atiyye adlı bir kadının da peygamberimizle birlikte yaklaşık yedi savaşa katılıp bu savaşlarda hemşirelik görevini ifa ettiği kaynaklarda da zikredilmiştir.[34]


Reşid Rıza, Hz. Peygamber'in erkeklerden olduğu gibi kadınlardan da biat almasını öngören Kur'an ayetinin[35] aktif görev alabileceklerine işaret ettiğini de belirtmektedir ve Buhari hadisi olan Ümmü Hani’nin erkeği himayesi altına aldığını bildirdiği ve peygamberin de bunu kabul ettiği örneğini verir. Rıza'ya göre bir tek bu örnek üzerinden gidildiği takdirde bile, himayenin tamamen siyasi bir faaliyet olması hasebiyle kadının toplumsal işlerle alakadar olmasına İslam'ın asla müdahale etmediğini bu anekdot göstermeye yeterlidir.[36]


5. Kadını eve hapseden, fırına ekmek almaya gitmesine bile müsaade edilmeyen, ev dışındaki hayattan tamamen dışlayan zihniyetin referans olarak gösterdiği ayete baktığımızda ise kitabın bütüncül olarak değerlendirilmediği hemen göze çarpmaktadır:


"Ey Peygamber'in hanımları! Sizler herhangi bir kadın gibi değilsiniz. Eğer (Allah 'tan) sakınıyorsanız edalı konuşmayın. Sonra kalbinde hastalık bulunan kimse ümide kapılır. Daima ciddi ve ağırbaşlı söz söyleyin. Evlerinizde oturun, cahiliyyede olduğu gibi açılıp saçılmayın."[37]


"Peygamberin hanımlarından bir şey istediğiniz zaman perde arkasından isteyin. Bu hem sizin kalpleriniz hem de onların kalpleri için daha temiz bir davranıştır."[38]


Bu ayet, içeriği görüldüğü üzere peygamber hanımlarına hitaben inmiştir. Elbette onlar örnek alınmalıdır lakin Allah onları diğer kadınlardan ayırdığını vurgulamakla onlara ekstra bir görev ve sorumluluk yüklemiş, hal ve hareketlerinde peygamber eşi olmalarından mütevellit daha dikkatli olmaları istenmiştir.


Bu ayetten hareketle, kadının sosyal hayattan soyutlanıp ev hapsine sokulması tamamen geleneğin ve zihniyetinin ürünüdür. Peygamber hanımlarından başka diğer Müslüman kadınlara yasak olan tek benzeri durum, yabancı erkekle uzun süre tenha bir yerde yalnız kalmak anlamına gelen “halvet”tir. Harama yakın mekruh olan halvet meselesinin ise kadının toplumsal hayatta sorumlu bir kişilik kazanmasıyla ve sosyal hayata katılımıyla direkt bir alakası yoktur.[39]


6. Kur’an’da geçen poligami yani dört kadına kadar evliliğe ruhsat verilmesi yorumu tedrici olarak okunmalıdır. Bu sınırın konmasında nihai amaç poligamiyi ilga etmek ve tek eşliliğin tesisini sağlamaktır. Nitekim ayette[40] de buna dikkat çekilmekte ve ilga edilebilirliğinin toplumsal hafızada ve tecrübede tam manasıyla oturuncaya kadar bu hükmün olması gerektiği çıkarılabilmektedir.


“S. Emir Ali, İslam'a göre tek evliliğin esas olduğunu kabul etmekte ve buna delil olarak Mu’tezile mezhebinin, adalet şartına dayanarak kabul ettiği bir hükmünü vermektedir. Mu’tezile’ye göre şeriat nazarında evli bir erkeğin başka bir kadınla evlenmesi haramdır. Evlilik erkekle kadın arasında ihtiyari bir akitten ibarettir. Evliliğin bu özelliği, tek evliliği öngören şer'i bir şarttır.”[41]


Vahiy, geldiği dönemin hal diline ve toplumun genel zihnine hitap etme amacıyla bazı alışkanlıkları ve adetleri aşama aşama sonlandırmaktadır. Kölelik dinde sevilmemekte, kötü gösterilmekte, her fırsatta herhangi bir yaptırım konusu çıkınca köle azat etmek teşvik edilmekteydi. Böylece kölelik tarih içerisinde azala azala hayattan çekilmiştir. Bu stratejinin varacağı nihai amaç, Kur’an’dan ve peygamberin sünnetinden çok kolay bir şekilde anlaşılabilmektedir. Poligami konusu da böyledir, hakeza adalet şartını tek başına dikkate alsak bile bu husus Kur'an'dan çıkarılabilir. Konu, "çok isteseniz de kadınlar arasında adaleti temin etmeğe güç yetiremezsiniz."[42] ayeti ile birlikte değerlendirilmelidir.


Bir fert veya bir toplumun başlangıçta mutlak iyi ve hayır gördüğü gelenek, zaman geçtikçe, sosyal durumlar değiştikçe, fikirler geliştikçe mahza şer olarak görülebilir. Adet ve gelenekler, çağın şartlarına ve sosyal durumlara göre iyi veya kötü addedilebilirler. “Her asrın kendine göre bir takım mikyas ve tartılarının olması doğaldır.”[43] Bugün de böyle bir toplum yapısına sahip milletler varsa bu onlar için de geçerli olabilir. Ama görüyoruz ki bugün fikirler geliştiği, çok evliliğe götüren şartlar ortadan kalktığı, toplumlar medeni açıdan ilerlediği için poligaminin hoş karşılanmadığı bir kültür oluşmuştur. Bu ortamda ise Kur'an'ın evlilik konusunda ideal fikri olan tek evliliği esas almak gereklidir.[44]


7. Kadın, bireysel ifade özgürlüğüne, iradeye ve ayırd etme gücüne sahiptir. Boşanmak istediği zaman bu talep sevimsiz de olsa, bu hak Allah tarafından helal kılınmıştır. Lakin Kur'an ve Sünnette, mezhep imamlarının kitaplarında bu esası tayin eden pek çok delille beraber birlikteliğin korunması da amaçlanmaktadır:


"Eğer onlardan hoşlanmıyorsanız, sabredin, hoşlanmadığınız bir şeyi Allah çok hayırlı kılmış olabilir.” [45]


"Karı kocanın arasının açılmasından endişelenirseniz, erkeğin ailesinden ve kadının ailesinden birer hakem gönderin. Bunlar düzeltmek isterlerse Allah onların aralarını bul durur."[46]


"Eğer kadın kocasının serkeşliğinden ve aldırışsızlığından endişe ederse aralarında anlaşma çalışmalarında kendilerine bir engel yoktur. Anlaşmak daha hayırlıdır."[47]


gibi Kur'an ayetleri; "Nezdi ilahide helalin en sevilmeyeni talaktır.", "İffet ve namusunda şüphe husulünden başka durumlarda zevcelerinizi boşamaktan kaçınınız. Cenabı Hak koca değiştiren kadınları, karısını değiştiren kocalan sevmez."[48] gibi hadisler, aileyi oluşturan eşlerin birlikteliğini korumaya yönelik adımlardır ve kadın ile erkeği birey olarak ele alıp eşitçe yaklaşmaktadır. İslam dini kadınların aile içinde incitilmemelerini de öngörmüştür.


“Bir mü’min erkek, bir mü’min kadına buğzetmesin. Çünkü onun bir huyunu beğenmezse başka bir huyunu beğenir.”[49]


“Onu olduğu gibi kabul eder ve iyi geçinirsen ondan yararlanırsın. Kadınlara daima iyilik yapmayı alışkanlık haline getiriniz.”[50]

"Sizin hayırlınız karısına iyi davranandır. Ben kadınlara iyilik yapma konusunda sizin en hayırlınızım." [51]


"Kadınlara karşı hep hayır tavsiye edin. Zira onlar sizin yanınızda birer emanettir."[52]


Mü'minlerin imanca en olgunu, ahlakı en güzel olandır. Sizin en hayırlınız kadınlara en hayırlı olanınızdır".[53]


Her şeye rağmen evlilik birliğinin menfaatine bir şey sağlanamıyor ve hayat iki taraf için de çekilmez hale geliyorsa, birbirlerine hem maddi hem de manevi zarar vermeden boşanmaları daha makuldür. Kadının da boşanmaya talep hakkı vardır.


Burada dikkati çekmek istediğimiz bir husus var: Türk toplumu çoğunlukla amelde Hanefi mezhebine bağlıdır. Hanefi mezhebi akılcı/reyci-hadari (medeni) çizgidedir. Lakin mezhebin de bir beşeri oluşum olduğu ıskalandığında ve mezhep âliminin de günün şartlarına göre ihtiyaca binaen çözüm ürettikleri görmezden gelindiğinde -konumuzla ilişkilendirecek olursak- sonuçlar, maalesef, kadın lehine olmamaktadır.


Hanefi mezhebinde nikâh akdi kurulurken kadın lüzum şartı yani bağlayıcı bir şartı ifade etmezse istedikleri zaman veya üstüne kuma getirildiğinde boşanma hakkını haiz değildir. Mesela Hanefilik’te koca, ikinci bir evlilik yaparken eğer lüzum şartı yoksa ve nikâhın rükünleri ve şartları sağlanıyorsa karısının rızasını almadan evlilik yapabilir. İşte maksadımızın anlaşılması gayesiyle verdiğimiz bu örnekte görüldüğü gibi, fıkıhçıların hükümlerinin dönemin şartlarına, kültürüne ve seviyesine göre olduğu asla unutulmamalı; birincil kaynak olan ayet hiç bir şekilde devre dışı bırakılmamalıdır! Vahiyden üste hiçbir söz olmaz, olamaz!


"Onlarla iyilikle geçinin yahut onları iyilikle bırakın. Eziyet etmek için onları alıkoymayın, haddi tecavüz etmiş olursunuz. Bunu yapan zulmetmiş olur."[54]


8. Kadının eğitim ve çalışma hürriyeti bulunmaktadır. Zira Allah Kur’an’da kadın-erkek ayrımı yapmadan her insana çalışmayı ve okumayı emretmektedir. Kur’an’da ilk ayet, ilk emir “oku”dur.[55]


"İnsan için ancak çalıştığı şey vardır. Onun çalışması muhakkak görülecek ve sonra en olgun karşılık verilecektir.”[56]


“Arza yayılınız ve Allah'ın fazlından nasiplerinizi arayınız.[57]


Hz. Aişe bizzat ilim öğrenmiş ve öğretmiştir. Hz. Fatma, Hz. Ebubekr’in kızı Esma fetva verecek kadar ilim sahipleridir. Allah, “bilenlerle bilmeyenler hiç bir olur mu?”[58] derken kitabında, bunun muhatabı sadece erkekler değil kadınların da içinde olduğu tüm insanlardır.


Peygamberimiz "ilim kadın ve erkeklere farzdır" diye buyurmuştur. Ayrıca Peygamberimiz bazı günlerde kadınlara ilim öğretmiştir. Çok güzel okuma yazma bilen Şifa Hatun Peygamberimizin tavsiyesiyle eşi Hafsa'ya okuma yazma öğretmiştir. Şifa Hatun'a Hz. Ömer, çarşı ve pazarları kontrol vazifesi vermiştir..[59]


9. Kadına miras hakkını ilk İslam getirmemiştir belki ama dönemine göre kadının elde ettiği miras hakkı ve bu hakkın tesis edilmesinde ilkesel olarak ileriyi göstermede çok güzel bir sistematiğe ve en adil özelliğe sahiptir.


"Ana-babanın ve yakınların bıraktıklarından, erkeklere hisse vardır, kadınlara da hisse vardır. Bunlar az veya çok belirli bir hissedir. Taksimde yakınlar, yetimler ve düşkünler bulunursa, ondan onlara da verin ve güzel sözler söyleyin. Allah erkeğe iki kadının hissesi kadar tavsiye eder."[60]


Yukarıdaki ayet sebebiyle günümüzde dahi kadının sosyal statüsüne bakılmaksızın miras hakkı konu olduğu zaman ebeveynler erkek-kadın ayrımı yapabilmektedir. Halbuki ayetin manası için fıkıhçılar ayetin sebeb-i nüzulunü bilmektedir ve günümüze göre yeniden yorumlarlarsa durum daha net ortaya çıkacaktır. İslam Hukukunun maddeleri Kur'an'ın ayetleri değil, hukukçuların içtihatlarıdır.[61]


Burada, cahiliye Araplarında yetim kızların mülkiyet hakkına ilişkin bir husus değerlendirilmektedir. Araplarda kadının miras hakkı olmadığı gibi, şayet yetim çocuklar babasını kaybederse aile servetini yemek ve zenginleşmek isteyen biri anneleriyle veya yetim kız çocukla zorla evleniyor ve kadın ile çocukların hakkı yağmalanıyordu. Böylece evlilikle gelen himaye sonucu mallar kendi adına işletiliyordu. Allah bu adaletsizliği ve yağma düzenini kaldırmak ve yolun yanlış olduğunu göstermek için bu ayeti indirmiştir. Kadının mirasta hiç payı yokken, oran sahibi olmuştur. Zira kadın, hem kocasından hem babasından miras almak, hem de nikah sonucu gelen mehir miktarını elde etmek ile, erkek karşısında ekonomik denge ve eşitlik imkanına erişebilmekteydi. Siyer-meğazi kaynaklarından bu ayetle birlikte kadına gelen miras hakkından toplumun erkeklerinin rahatsız oldukları ve peygambere bu ayet için çok soru sordukları bilinmektedir. Yine de bu ayetin tavsiye olduğu ve zaman içerisinde değişen şartlara göre yetkin din ulemasının yeniden meseleyi ele alarak hüküm verilmesi gerektiği kanaati bizde oluşmaktadır.


"Kadınlar hakkında senden fetva isterler, de ki: 'Onlar hakkında fetvayı size Allah veriyor: 'Bu fetva, kendilerine yazılan şeyi vermeyip kendileriyle evlenmeyi arzuladığınız yetim kadınlara ve bir de zavallı çocuklara ve yetimlere doğrulukla bakmanız hususunda Kitap'da size okunandır'. Ne iyilik yaparsaniz Allah onu şüphesiz bilir."[62]


10. Kadın konusunda en çok saldırılan ve eleştirilen Kur’an ayetlerinden biri de kadını dövme ruhsatının verildiğinin tefsir edildiği ayettir.[63] Ayeti açıklamaya geçmeden önce ayetin ilk muhatabı ve ayetin indiği peygamber efendimizin sünnetine bakılmasının elzem olduğu görülmektedir.


Peygamberimiz kadına nazik olmayı sürekli telkin etmiş bir insandır. Eşleri bazen ona ev hali seslerini yükseltebiliyor veya ona çıkışabiliyorlardı. Sahabeler bu duruma başta şaşırsalar da bunun ev hali olmasından dolayı durumun insaniliği idrak edilebilmişti. Lakin peygamber Efendimiz bir kez bile üslubunu bozmamış, kibarca ve sakince iletişimde kalmayı bırakmamıştır. Kendisi, ayetin tek kanalı olduğu halde kadınlara asla vurmamıştır ve bunu birçok hadisinde görüldüğü üzere eleştirmiştir. Hz. Aişe şöyle demiştir: “Rasûlüllah hiçbir hizmetçiye de, hiçbir kadına da vurmamıştır; hatta o, eliyle (bile) hiçbir şeye (vurup) dayak atmamıştır.”[64]


Ayetteki tavsiyede geçen uyarma sıralaması dikkate şayandır. İlk iki tavsiye gayet makul ve kadını psikolojikmen hazırlamak içindir. Lakin üçüncü tavsiye olan “darabe” fiilinin Kur’an’da birçok anlamı vardır. Bunlar arasında örnek vermek, isnad etmek, nitelendirmek, perde koymak, vazgeçmek, salmak, yol açmak-tutmak, örtmek, layık olmak, çarpmak, vurmak, yolculuğa çıkmak ve meskenden çıkarmaktır.[65]


Biz, şiddeti tamamen dinî kültürün bir sonucu olarak görmediğimizi belirtmek istiyoruz. Kadına şiddetin meşruiyeti kesinlikle olamaz. Bu tamamen psikolojik ve kültürel etmenlerden kaynaklanan bir gerçektir. Peygamberin hayatına bakıldığında Hz. Aişe’ye zina iftirası atıldığında ve ayet ininceye kadar olan o sıkıntılı dönemde, Efendimiz karısına kesinlikle şiddet uygulamamış, aksine üçüncü tavsiye olarak onu babasının evine yollayıp sabrı dilemiştir. Buradan ayette geçen darabe fiilinin vurmak anlamından daha çok evden çıkarmak, istenilen veya sabredilen şeyde ısrarcı olmak gibi anlamlara geldiği şeklinde tefsir yapılması gerektiğini düşünmekteyiz. Nitekim bazı meal ve tefsirlerde bu şekilde yer almaktadır.[66] Bunu ayetin devamında incitmeme ve aleyhlerine hareket etmeme uyarılarından çıkarabiliriz. Aksi takdirde Kur’an’ın temel mantığı ve mesajına aykırılık durumunu izah etmek ve geleneğin yorumunu sürdürmeyi yeğlemek bizi çözümsüzlük içinde döndürmekten başka bir kapıya çıkarmayacaktır.


Peygamber Dönemi Sonrasındaki Kadına Bakışın Farklılaşması Üzerine


İslam kadına haklar getirmiş, kadını tarihî akış içerisindeki bugünkü olağan haklarının konumuna gelebileceği yolu açmıştır. Bu gerçeklik gayet net bir şekilde görülebilmektedir. Günümüzde çocuklar arasında ayrım yapmak veya kadın-erkek ayırımını devam ettirmek için geçerli bir neden kalmamıştır. Bu sebeple insanlar kültürel seviye ve eğitim düzeyleri arttıkça bu husus hayatın normal akışı içerisinde kendiliğinden vuku bulmakta ve farklı-haksız uygulamalar son bulmaktadır. Kadın ve erkek nüfus arasında bir dengesizlik yoktur. Kız ve erkek çocukların hepsi kabiliyetlerine göre yetiştirilebilmekte; ailelerine maddi-manevi katkılarda bulunabilmektedirler. Türk toplumu hem İslam öncesi hem de İslam sonrası kadını dışlayan bir kültüre ve inanca sahip değildir. Bu uygulamaların hiçbir meşruiyetinin kalmadığı çalışmamızla ve birçok araştırmada ortaya çıkmaktadır.


Günümüzde kadına fazla değer vermenin yanlış olduğu veya kadının bir nebze hakir görülmesi fikri maalesef geleneksel inancımızla destekletilmeye çalışılmaktadır. Ümmü Seleme’nin tavsiyeleriyle hareket etmiş bir peygamberin modeli ortada iken, maatteessüf, “Kadınlara fikir danışın; fakat dediklerinin tersini yapın” emrini o büyük zata isnat etmekten haya etmeyenler meydana geldi.[67] Bunları birkaç örnekle daha göstermek istiyoruz.


Ebu Hureyre bir hadis nakleder ve der ki: “Uğursuzluk üç şeydedir; evde, kadında ve attadır”. Bu Hz. Aişe’ye bildirildiğinde şu açıklayıcı cümlelerle hatanın nasıl kaynaklandığını göstermiştir:


“(Uğursuz şeyler hakkındaki rivayeti) Ebû Hureyre iyi ezberleyememiş; o girdiğinde Rasûlüllah (sav), ‘Allah, Yahudileri kahretsin, şöyle derler: Uğursuzluk şu üç şeydedir; evde, kadında ve atta’ buyurmuştu; ama o, hadisin başını işitememiş, sadece sonunu duymuştur.” Ayşe validemiz, diğer konularda yaptığı düzeltme işlemini bu konuda da yapmış ve kadınlarla ilgili son derece önemli bir konuda hatalı anlayışları önleme noktasında bizlere ufuk kazandırmıştır.[68]


“En güzel dünya nimeti, zikreden dil, şükreden kalp ve insanın inancına göre yaşamasına yardımcı olan kadındır.”[69]


“Dünyanızda bana üç şey sevdirildi: Güzel koku, kadın ve gözümüzün bebeği kılınan namaz.”[70]


Hayatın kadınsız düşünülemeyeceği, kadının bir birey olarak erkekle beraber hayatın içinde bulunduğu, karşılıklılıkla birbirimize ihtiyacımız olduğu ortadadır. Bu çok önemli değerler hakkında Hz. Peygamber’in söylediği şey, elbette bu son rivayetlerde yer alan ifadeler olmalıdır. Aksini düşünmek dine ve inanca hakaret, insanları kandırmak ve akla da ziyandır.[71]


Bize düşen geleneksel malumatı kullanmadan önce onun Kur’an’ın temel mantığı ve mesajı ile karşılaştırmak ve gerçek hayata bakan yönüyle uyumunu sorgulamaktır. Zira vahiy akletmeyi vurgulamaktadır ve aklı desteklemek için gelmiştir. Bu sebeple “dini kaynaklar“ adı verilen her kaynağın -Kur’an müstesna- insan ürünü olduğu ve insanın da sosyolojik ve psikolojik etmenlerden bağımsız olamayacağı gerçeği göz önünde bulundurulmalıdır. Vahiy dahi akılla buluşunca onu değerlendirmek insana kalmaktadır. Peygamberimiz bu vazifeyi en iyi şekilde Kurani ilkelerle yapan kişidir. Örnek alınması gereken, onun hayatından çıkarılacak ilkesel ve amaca matuf davranışlarıdır, en güzel olan ahlakıdır.


Sonuç


Çağımıza Batı medeniyetinin paradigması ve bilimsel metodolojisi ile bakıldığından aynı tutum dinî meselelere de takınılmaktadır. Maalesef Müslümanların yumuşak karnını “İslam’da kadın” tartışmaları oluşturmakta ve kadına yönelik her olumsuz eylem, söylem ve hal dinî referanslar kullanılarak örtülmeye çalışılmaktadır. Müslümanların normatif İslam yerine yani esas-ana kaynak vahiy(Kur’an) dururken, sünneti ilkeselliğin tavanı ama ölçüselliğin tabanı alma rasyonalitesi ve idraki gerekirken; geleneğin ölçütleştirilmesini tercih etmesi ve beşeri kitaplara ayet metni gibi kutsallık atfetmesi maalesef kadın konusunda İslam’ın kendisinin de saldırı almasına sebep olmaktadır.


Kadın hakları ve kadına bakış hakkında din metinlerinin akılcı-hadari zihniyetle ele alınışı dahi bir müddet sonra donmakta ve tıkanmakta, yorumlar belli kanallar üzerinden birbirini tekrar etmektedir. Kadına annelik ve eşlik vurgusu elbette toplumun en küçük yapı birimi olan aile için ve gelecek nesillerin sıhhati için gerekli ve önemi haiz bir konudur. Lakin kadına öncelikle eşit bir birey gibi yaklaşılması gerektiği gerçeğini tüm insanlık Kur’an’ın perspektifinde olduğu gibi, doğru bir şekilde idrak etmelidir. Kadın her şeyden önce bir insandır, bireydir. Cinsiyet vurgusu daha yapılmadan temel hak ve özgürlükler adına eşitliğe ve denkliğe sahiptir. Cinsiyetinin farklılığı fıtrat ile beraber ilahî kanunlar (sünnetullah) gereği gelmekte lakin donanım ve yetkinlik bakımından hiçbir farkın bulunmadığı, sorumluluğun paylaşıldığı bizzat Allah ve O’ndan gelen vahyin çizgilerinin dışına hiç çıkmadan vahyi yorumlamış elçisi tarafından bildirilmiştir.


Türk milleti olarak, kültürel köklerimizde ve sosyal dokularımızda kadına verilen ve verilmesi gereken değer ve önemi taşıyan bizler, İslam ile bu hayat gerçeğine dikkat çekilmesini, vahyin akıl ile çelişmediğini, aksine bizzat selim aklı desteklediği idrakine varmak mecburiyetindeyiz. Peygamber dönemi ve sonrasındaki uygulamalar bizlere zamanı dondurmak için değil, ilkelerin özünün değişmeden nitelik ve niceliğinin zamana göre ayarlanması gerçeğini göstermektedir. İslam hukukunun mihenk noktalarından biri olan, Osmanlı’nın gözbebeği hukuk metni Mecelle’nin ifadesiyle “Ezmanın teğayyürü ile ahkâmın teğayyürü inkâr olunamaz” (Zamanın değişmesiyle hükümlerin değişmesi inkâr edilemez).[72]


Sonuç olarak kadın, dinle veya dinden soyut bir şekilde gerçek hayatın ta kendisi olarak ve tam merkezinde yer alarak zaten var olmaya devam etmektedir. Geçmişe bağlılık noktasında inatçı ve romantik yaklaşımların sergilenmesi biz Müslümanların yanlış tutumu iken, bizi aşıp İslam’a mal edilmekte, din algımız ve anlayışımız bizi dinin kendisini, hayatı yaşanmaz hale getiren bir ur olarak görmeye itmektedir. İşte İslam’dan kadına bakmanın imkânı; tam olarak biz Müslümanların zihniyeti, telakkisi ve pratiğine bağlıdır; meseleyi hangi argümanlarla ve nasıl bir saikle ele alışımız dahilindedir. Eğer dinin mükemmeliyetine ve insanı iki dünya için de tekâmüle erdirme çabası ve rehberliği içerisinde olduğuna inanıyorsak, din hala kadın için bir baskı ve zulüm aracı değil, aksine onun koruyucusu ve müjdeleyicisidir. Fakat 800 küsür yerde aklın kullanılması gerektiği vurgulanan kutsal kitabımızın temel sistematiği ve nihai amacına zıt olarak beşeri yorumların mutlakıyetine teslimiyeti sürdürmeye devam edersek, korkarım ki kadına din üzerinden yaklaşmak ve ele almak yakın bir gelecekte artık mümkün olmayacaktır. İslam, müntesipleri elinde hakkı gasp edilmiş olarak; kadın mefhumunu ıskalamış ve -Batı’dakine benzer bir sonla- hayattan soyutlanması gereken sadece ritüellerden ibaret bir kültür olarak ya da sakatlanmış ve dışlanmış bir duygusallık olarak zamanın gerçekliğinden çekilecektir.

* Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kelam Ana Bilim Dalı Yüksek Lisans Öğrencisi.

[1] Gündüz, Ahmed. “Tarihî Süreç İçerisinde Türk Toplumunda ve Devletlerinde Kadının Yeri ve Önemi”, Jasss Uluslararası Sosyal Bilimler Dergisi, C. 5, S. 5, Adıyaman Ekim 2012, ss. 129-148

[2] Dağcı, Şamil. “İslam Aile Hukukunda Evlenme Engelleri – I (Sürekli Evlenme Engelleri)”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, cilt: 39, Ankara 1999, s. 175-237

[3] Altıntaş, Ramazan. “Cahiliye Arap Toplumunda Kadın”, Diyanet İlmi Dergi, Cilt 37, Sayı 1, Ocak-Şubat- Mart 2001, s. 63-66

[4] Tekvir Süresi, 81/8-9. ayetler

[5] Akamenid kralı Darius kızkardeşiyle ve Artakhşatr da kızı Atossa ile evlenmiştir. Bkz: Arslan, Yavuz. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi: “Perslerin Yönetim Politikası”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih A.B.D. Eski Çağ Tarihi Bilim Dalı, Konya 2010, s. 44

[6] Gündüz, age, s. 134

[7] Price, Massoume. Women’s Lives in Ancient Persia, www.iranonline.com/History/Women's-Lives/2.html, 02.02.2016, s. 2

[8] Price, agu, s. 3

[9] Ögel, Bahaettin. Dünden Bugüne Türk Kültürünün Gelişme Çağları, 4. Baskı, TDAV Yay., İstanbul 2001, s. 237

[10] Donuk, Abdülkadir. “Çeşitli Topluluklarda ve Eski Türklerde Aile”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, Sayı 33, İstanbul 1980-81, ss. 147-168.

[11] Ögel, age, s. 238

[12] Gündüz, age, s. 146

[13] Gündüz, age, s. 147

[14] Kafesoğlu, İbrahim. Türk Milli Kültürü, Boğaziçi Yay.,İstanbul 1993, s. 217

[15] Gündüz, age, s. 148

[16] Nisa suresi, 4/124. ayet

[17] Ali İmran suresi, 3/195. ayet

[18] Tevbe suresi, 9/71. ayet

[19] Hucurat suresi, 49/13. ayet

[20] Nisa suresi, 4/1. ayet

[21] A'raf Suresi, 7/189. ayet

[22] İşcan, M. Zeki. “Bazı İslam Modernistlerine Göre Kadın Hakları Konusunda Kısmi Bir Değerlendirme”, Ekev Akademi Dergisi, c. 3, sy. 1, Erzurum Bahar/2001, s. 37

[23] İşcan, age, s. 41

[24] İşcan, age, s. 42

[25] İşcan, age, s. 42

[26] Bakara suresi, 2/282. ayet: “Ey iman edenler! Belirlenmiş bir süre için birbirinize borçlandığınız vakit onu yazın. Bir kâtip onu aranızda adaletle yazsın. Hiçbir kâtip Allah'ın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan geri durmasın; (her şeyi olduğu gibi) yazsın. Üzerinde hak olan kimse (borçlu) da yazdırsın, Rabbinden korksun ve borcunu asla eksik yazdırmasın. Şayet borçlu sefih veya aklı zayıf veya kendisi söyleyip yazdıramayacak durumda ise, velisi adaletle yazdırsın. Erkeklerinizden iki de şahit bulundurun. Eğer iki erkek bulunamazsa rıza göstereceğiniz şahitlerden bir erkek ile -biri yanılırsa diğerinin ona hatırlatması için- iki kadın (olsun). Çağırıldıkları vakit şahitler gelmemezlik etmesin. Büyük veya küçük, vâdesine kadar hiçbir şeyi yazmaktan sakın üşenmeyin. Böyle yapmanız Allah nezdinde daha adaletli, şehadet için daha sağlam, şüpheye düşmemeniz için daha uygundur. Ancak aranızda yapıp bitirdiğiniz peşin bir ticaret olursa, bu durum farklıdır. Bu durumda onu yazmamanızda sizin için bir sakınca yoktur. (Genellikle) alış-veriş yaptığınızda şahit tutun. Ne yazan, ne de şahit zarara uğratılsın. Eğer bunu yaparsanız (zarar verirseniz) şüphe yok ki bu, sizin yoldan çıkmanız demektir. Allah'tan korkun. Allah size gerekli olanı öğretiyor. Allah her şeyi bilmektedir.”

[27] Daha geniş bilgi için bk. Aziz Ahmet. Hindistan ve Pakistan'da Modernizm ve İslam, çev. Ahmet Küskün, Yöneliş Yay, İstanbul 1990, s. 91

[28] Nisa suresi, 4/135. ayet

[29] Talak suresi, 65/2. ayet

[30] Bakara suresi, 2/228. ayet

[31] Nisa süresi, 4/34. ayeti

[32] İşcan, age, s. 45

[33] Detay için bkz: Neml Süresi.

[34] Toksarı, Ali. “Hz. Peygamber Devrinde Kadın”, Diyanet İlmi Dergi, C. 29, Sayı 4, Ankara 1993, s. 70, s. 76-77

[35] Mümtehine süresi, 60/12. Ayeti: “Ey Peygamber! İnanmış kadınlar, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, elleriyle ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemek, iyi işi işlemekte sana karşı gelmemek hususunda sana biat etmeye geldikleri zaman, biatlarını kabul et ve onlar için Allah'tan mağfiret dile. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.”

[36] İşcan, age, s. 47

[37] Ahzab suresi, 33/32-33. ayetler

[38] Ahzab suresi, 33/53. ayet

[39] İşcan, age, s.52

[40]Nisa süresi, 4/3. ayet: “Eğer (kendileriyle evlendiğiniz takdirde) yetimlerin haklarına riayet edememekten korkarsanız beğendiğiniz (veya size helâl olan) kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın. Haksızlık yapmaktan korkarsanız bir tane alın; yahut da sahip olduğunuz (cariyeler) ile yetinin. Bu, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır.”

[41] Kınalizade, Ali Efendi. Devlet ve Aile Ahlakı, Baskıya haz. Ahmet Kahraman, Tercüman Yay., 1001 Temel Eser 69. Kitab, İstanbul 1976, s. 48

[42] Nisa Süresi, 4/129. ayet

[43] S. Emir Ali, "İslamiyet'in Asriliği", çev. Ömer Rıza Doğrul, İslamiyet'in Asriliği ve Avrapa 'nın lslamlaşması, S. Emir Ali; B. Shaw; Mevlana Muhammed Ali, Asarı İlmiye Kütüphanesi Neşriyatı, İstanbul 1933, s. 110-119.

[44] Emir Ali, age, s. 12-13.

[45] Nisa suresi, 4/19. ayet

[46] Nisa suresi, 4/35. ayet

[47] Nisa suresi, 4/128. ayet

[48] Ebu Davud, Talak, 3; İbn Mâce, Nikâh, 1

[49] Müslim, Radâ’ 61, hadis no: 1469; Müsned II, 329

[50] Çubukcu, İbrahim Agah. “İslam’da Kadın Hakları”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt 21, Sayı. 1, Ankara 1973, s. 41

[51] Tirmizî, İman 6

[52] Ahmed, VI, 47,99

[53] Nisa suresi 4/19. ayet

[54] Bakara suresi, 2/231. ayet

[55] Alak suresi, 96/1. ayet

[56] Necm Suresi, 53/39-40 ayetler

[57] Cuma Suresi, 62/10. ayet

[58] Zumer Suresi, 39/9. ayet

[59] İbn Mâce, Mukaddime, 17

[60] Nisa Suresi, 4/7-11. ayetler

[61] Bilgin, Beyza. “İslam’da ve Türkiye’de Kadınlar”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, C. 36, Sayı. 1, Ankara 1997, ss. 29-43

[62] Nisa Suresi, 4/127. ayet

[63] Nisa Suresi, 4/34. Ayet: “Erkekler, kadınların koruyup kollayıcılarıdırlar. Çünkü Allah, insanların kimini kiminden üstün kılmıştır. Bir de erkekler kendi mallarından harcamakta (ve ailenin geçimini sağlamakta)dırlar. İyi kadınlar, itaatkârdırlar. Allah’ın (kendilerini) koruması sayesinde onlar da “gayb”ı korurlar. (Evlilik yükümlülüklerini reddederek) başkaldırdıklarını gördüğünüz kadınlara öğüt verin, onları yataklarında yalnız bırakın. (Bunlar fayda vermez de mecbur kalırsanız) onları (hafifçe) dövün. Eğer itaat ederlerse, artık onların aleyhine başka bir yol aramayın. Şüphesiz Allah, çok yücedir, çok büyüktür.” (Diyanet meali)

[64] İbn Mâce, Nikâh, 50.

[65] Ra‘d 13/17, Kehf 18/11, Zuhruf 43/5, Nûr 24/31, Tâhâ 20/77, Zuhruf 43/17, Nahl 16/74, Nur 24/31, Mâide 5/106, Bakara 2/273. ayetler

[66]Daha detaylı bilgiler ve daha geniş bir değerlendirme için bk: Okuyan, Mehmet. “Kadına Yönelik Şiddete Kur’an’ın Bakışı”, OMÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, Samsun 1/2007, s. 126

[67] Hatipoğlu, M. Sait, “İslam’ın Işığında Kadın”, Diyanet İlmi Dergi, Mart 2007, sayı: 195, ss. 10-11.

[68] Okuyan, age, s. 128

[69] Tirmizî, Birr: 13

[70] Müslim, Talâk 31, 34; Nesâî, İşretu’n-Nisâ 1

[71] Okuyan, age, s. 129

[72] Mecelle-i Ahkam-ı Adliye, md. 39, http://www.muharrembalci.com/hukukdunyasi/belgeler/232.pdf, 08.02.2016

Comments


Featured Posts
Recent Posts
Archive
Search By Tags
Follow Us
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page