BEDEVİ-HADARİ TOPLUM FORMÜLASYONUNDAN MEZHEPLERİN OLUŞUMU VE GELİŞİMİNDEKİ ZİHNİYETLERİN ROLÜNE BAKM
- atakan korkmaz
- 5 Mar 2016
- 9 dakikada okunur
İhtimal Dergisi, Yıl: 1, Sayı: 2, Mart-Nisan 2016, Ankara

Giriş
İslam düşüncesinde din; peygamberliği ve vahyi gerektirir. Vahiy de önce peygamberin pratiği ve yorumlamasına, sonra da takipçilerinin bunlar üzerinden çıkarımlarına açıktır. Haliyle “insandan insana -şükür ki- fark var”[1] mısrasının temel vurgusu devreye girmektedir. İnsanın olduğu yerde kültür düzeyi, algılama gücü ve değişik perspektiflerin eşitliliğinin sağlanamayacağı[2] gerçeğin ta kendisi olduğundan bu husus dine yaklaşıma ve dini ele alışa da yansımıştır. Hakeza din anlayışındaki farklılaşmalar, gittikçe kurumlaşarak netice itibariyle dini nitelikli insanî oluşumlar ortaya çıkarmıştır. Uğruna savaşlar verilen mezhepler tam olarak budur ve bu şekilde anlaşılmalıdır. Mezhepler, dinin yaşanma biçimleri olduğu kadar dinin telakki biçimleri de olmaları sebebiyle, dinin yerine ikame edilemeyeceği gibi dinin temsilcisi olarak da görülemezler.
Bir mezhebin hakim paradigması aynı zamanda kişinin hayat tarzından düşünme biçimine kadar birçok alanda etkili olabilmektedir. Bu bağlamda mezheplerin genel görüş ve yorumlarının hangi koşullarda ve nasıl bir dönemde oluştuğunu analiz edip çözebilmek, mezhebin kurucusunun ve etkili olduğu kitlenin genel zihniyetinin de bilinmesini gerektirmektedir.
Bu çalışmamızda mezheplerin oluşumundaki zihniyetlerin rolüne bakmak için İbn Haldun’un Mukaddime’sindeki Bedevi-Hadari toplum formülasyonunu ve Sönmez Kutlu’nun Zihniyet Tipolojilendirmesi kuramını kullanacak; meseleye sosyo-ekonomik, sosyo-politik ve grup psikolojisi yönlerinden yaklaşacağız.
Kavramsal Tanımlar ve Aralarındaki Bağ
Mezhep; gidilen yol ve benimsenen görüş, farklı tutum ve fikir anlamlarına gelmekte olup, Türkçedeki kullanımı Arapçada farklılaşma ve bölünme anlamına gelen fırka ile yer değiştirmiştir. Istılahi olarak tafsilatlı bir tanım yapmak gerekirse, mezhep; bir takım politik, toplumsal, ekonomik ve diğer olayların etkilerinin, mezhep kurucusu sayılan insan ile ona uyanlarda oluşan fikri, dini ve siyasi tezahürüdür.[3]
Ortaya çıkmasında her ne kadar belirli olaylar ve tutumlar zinciri gözleniyor olsa da, mezhepler, ilk doğdukları şekilde kalmayıp zaman içerisinde değişim ve dönüşüme tabi olmuşlardır. Bu değişim-dönüşüm süreci içerisinde insanların temel grup psikolojisini belirleyen zihniyetler, ancak aynı yöne savrulmuş veya kitleyi aynı yere sürüklemiş ise, mezhepler varlıklarını koruyabilmişlerdir, denilebilir. Bu sebeple mezheplerin anlaşılması için genel görünüm içinde oldukları zihniyetlerinin de bilinmeleri gerekmektedir.
Zihniyet; olguların, olayların ve bunlara ilişkin alt unsurların belli bir form içerisinde anlaşılmasını ve bu anlayışa uyumlu tepkiler ve tutumlar göstermesini mümkün kılan[4], ilgili toplumsal grubun örtük referans sistemidir.[5] İnsanların oluşturduğu tüm oluşumlarda grup aidiyeti ve grup psikolojisi, belli başlı zihniyetlerin egemenliği ve kontrolünde kendisini bulmakta ve ifade etmektedir.[6] Bir topluluğa ait geçmişteki duygular, beklentiler, algılar ve grubun kendini öteki karşısında konumlandırması; belirli olay ve olgular üzerinden “zaman çökmesi”ne uğrayıp zihniyetin geleceğe ve yeni kuşaklara aktarılmasında seçilmiş örselenme ve zaferler vasıtasıyla yaşayabilmektedir.[7]
İslam düşünce ekolleri bu açıdan değerlendirildiğinde karışımıza mezheplerin oluşumlarındaki ve genel eğilimlerindeki zihniyetlerin rolü ortaya çıkmaktadır. Bu eğilimlerin ve doğal tipolojilerin dini-politik söylemlere yansıdığı ve zihniyete özel bir kısım ayırdedici vasıfların ortaya çıkardığı[8] kültürel ve ekonomik hayat biçimleri, ilk faktörler olarak belirmektedir.
Bedevi-Hadari Toplum Ayrımı ve Sosyal Yaşamdaki Haller Üzerine
İbn Haldun’un Mukaddime’sinin tümü göz önüne alındığında, toplumun ekonomik ve kültürel aidiyeti ve tepki verme biçimi arasındaki bağın, fonksiyonel bir biçimde, asabiyeti doğuracak hissiyatın (vehmin) oluşabileceği en geniş grupta sona ereceği söylenebilir. Bu da zamana ve şartlara göre değişebilir.[9] İbn Haldun, ayrımın yapılmasında çözüm ve kolaylık için Bedevilik-Hadarilik teorisini geliştirmiştir. Ona göre grup üyelerinin sayısı arttıkça aradaki kan bağı hakikat olmaktan çıkar ve vehmî bir inanca dönüşür. Çöl veya kırsal kesimde (bâdiye) göçebelik hayatı süren, sadece geçimlerini kazanmak için seçtikleri deve yetiştiriciliği nedeniyle çölün derinliklerine kadar sokulmuş olan, bu nedenle de nispeten izole bir hayat süren bedevilerde nesep irtibatının bozulmadan muhafaza edildiği düşünülebilir. Bedevi toplumsal hayatı, kan bağı esasına göre tanzim edilegelmiş kabilevî tarzdır. Onun dışında, şehirlerde ve hatta şehre yakın bâdiyelerde neseplerin birbirine karışmadan muhafaza edilmiş olması mümkün değildir. Ne var ki asabiyet söz konusu olduğunda aslolan, kan bağının hakikaten mevcut olup olmamasından çok, yakın irtibat ve karşılıklı yardımlaşmayı doğuracak akrabalık bağı inancının var olmasıdır.[10] Lakin şehirlilikte lüks ve konfor, ilişkinin biyolojik yönünü değil, ilişkinin sosyo-psikolojik sonuçlarını, yani kaynaşmayı (iltiham) etkilemektedir. Bu noktada asabiyetin bâdiyede neden daha güçlü olduğu, daha açık görülebilir. Çünkü bâdiyenin zor koşullarında daha güçlü bir kaynaşma hasıl olmaktadır.[11]
Yerleşik hayat veya hadarilik ise; Umran’da (toplumsal hayat) medeniyet ve şehirlilik anlamlarına gelmektedir.[12] Kelime eserde -medenileşme ve medeniyeti de kapsamakla birlikte- daha çok toplum hayatında bedevilikten sonraki merhale olan şehirleşmeyi ifade etmektedir.[13] Buna göre doğal şartlar altında, doğanın tüm hırçınlığı ve zorluğu ile hayat süren Bedeviler kaba, saf, yalansız, duru, dürüst bir hayat sürerken Hadariler medenileşmeyle birlikte bu fazilet ve yetileri kaybeder. Bedeviliğin kabalığı, medeniliğin kibarlığından tarihsel olarak önce gelir. Onun için de şehirleşmenin bedeviliğin gelişiminden doğan kaçınılmaz bir sonuç olduğu görülmektedir.[14]
Mezheplerin Zihniyet Tipolojileri ve Bu Tipolojilerdeki Bedevi-Hadari İlişki
Sönmez Kutlu, tarihsel din söylemlerini ve dolayısıyla mezhepleri zihniyetlerini tespit bakımından tasnife ve tanzime tabi tutmaktadır. Ona göre zihniyetler tepkisel-kabilevî, akılcı-hadarî, gelenekçi-muhafazakar, siyasal-karizmatik liderci ve keşifçi-inzivacı olarak beşe ayrılmaktadır.[15] Biz konumuza ilişkin olması hasebiyle ilk iki zihniyet grubunu ele alıp analiz edeceğiz çünkü diğer tipolojilendirmeler, bedevî veya hadarî toplum boyutuna değil geniş grup psikolojisini ilgilendiren süreçlerde takınılan tutumlara dairdir.
Tepkisel-Kabilevi Zihniyetteki Bedevi Hisse
Tepkisel-kabilevi zihniyetin çözümlenmesi yapılırken, İbn Haldun’un Bedevi hayat formu yorumunun kullanıldığı, zihniyetin belirlenmesinde asabiyet ve kabilecilik ruhu ile beraber bedevilikle gelen doğal-ilkel tepkiler olan şiddet yanlısı olma ve birlikte güçlü olunabileceği fikri ve bundan doğan sürü psikolojisi ile hareket etme değerlendirmeleri hemen göze çarpmaktadır.[16] Bu sebeple zihniyetin adlandırmasını yaparken “tepkisel-eylemci”, “karizmatik-toplumcu” tanımları da verilmektedir.
Arapların göçebeleri çöllerde kabile hayatı sürmeleri, töreye itaat etmeleri, kabile karizmasını esas tutmaları ve sistematik düşünceden yoksunca duygusal-dürtüsel hareket ettikleri için Bedevilikte kitabî kültür aranmazdı. Bedevilerce dini metinlere yaklaşırken ve dini kaynaklar değerlendirilirken sözlü kültür etkili olmuş, yüzeysel ve basit bir analiz kullanılarak zahiri-birincil anlamlar öne çıkarılmıştır. Farklı fikir ve eleştirilere tahammülün olmamasıyla beraber sert tepkiler verilmekte ve bu tepkilere samimi bir şekilde bağlanılmaktadır.[17] Bedevi hayat biçiminde şehirliliğin getirdiği tembellik ve korku olmaması sebebiyle, ihtiyaçları her ne ise onu daha cesurca talep etmişler ve ilgili işin takibini sonuna kadar bırakmamışlardır. Şehirleşmenin medeniyetle eş anlamlı olarak kullanılması sebebiyle medeni hayata uyumsuz oluşları, katı ve mutaassıp karakterlerinden gelmektedir.[18]
Hariciler, bedevi hayat formunu idame ettirmeleri sebebiyle bu zihniyettendirler. Çölün hürriyetinden birden bürokrasinin kontrolü altına girmeleri onları hissi patlamalara götürecek kadar gerginleştirmiştir.[19] Hadari olan Kureyşîliğin imamet üzerindeki nepotist ve oligarşik yapısı, onları kitle karizmasını öncelemede bedevi tutuculuğun depreşmesine götürmüştür. Buradan hareketle diyebiliriz ki Haricilerin -aynı Bedevilerde görüldüğü gibi- yaşam tarzlarında ferdiyetçiliğin aksine cemiyetçilik vardır.[20] Bu noktayı abartan bir kısım düşünürlerce “ilk demokratik örgüt”[21] ve hatta “ilk sosyalist örgütlenme biçimi”[22] gibi lanse edilmişlerdir. Bu anakronizme düşme hatası, Bedevi-Hadari yaşam formlarının tarihsel gerçekliğinin ve pratiğinin ıskalanmasından kaynaklanmaktadır.
18-19. yüzyıllardaki Vehhabi hareket, Bedevi hayat kültüründen gelmeleri ve tepkiselliklerindeki sertlik sebebiyle buna örnek gösterilebilir. Işid ve El Nusra gibi örgütlerin zihniyetinin isimlendirilmesi yapılırken Harici veya Selefi isimlerinin kullanılması yanlıştır. Bu zihniyetin isimlendirmesi “tepkisel-kabilevi” olmalıdır. Haricilik bir mezheptir ve Selefilik de bir mezhep veya bir mezhebin zihniyeti değil, eğilim ve akımın kendisidir. Her mezhebin bir zihniyeti vardır ama her zihniyet bir mezhep değildir.[23]
Akılcı-Hadari Zihniyet Üzerine
Kutlu, şehirleşmenin ve yerleşik hayatın, medeniyet[24] olarak tanımlanmasından hareketle hadari toplumların sistematik, kitabi ve demokratik düşüncede hayat sürdüklerine ve her türlü olay, olgu ve sorunlara rasyonalist çözüm getirdiklerine dikkati çeker. Bunun da kültürel ve ekonomik seviyeden kaynaklandığını dillendirmektedir.[25]
İbn Haldun, bedevilikten hadariliğe geçişle devletin de kabilevi olmaktan medeniliğe geçtiğini yazmaktadır. Bedevilikte neseb asabiyesi, kabile töresi ve fevri tepkisellik ön planda iken; hadarilik bir üst kültür ve refah seviyesi olarak akıl, basiret ve ileri görüşlülüğü temsil eder.[26]
Şehir hayatı beraberinde algılama ve aktarma usullerinin gelişimini de barındırdığından, dini kaynakların anlaşılması ve yorumlanmasında sistematik ve akılcı metodlar geliştirilmiştir. Böylece hukuk, politika, iktisat ve yönetim erkleri akla ve delile dayanan yöntemlerle uygulanagelmiştir.
İbn Haldun, hadariliğin ilkel fıtrattan kopuş olması sebebiyle medeniliği psikolojik ve sosyolojik yönden yapmacık bulur, bedevilik karşısında hadariliği daha olumsuz ifadelerle anar.[27] Lakin bu tamamen öze yabancılaşma[28] ile alakalı bir husustur yoksa devletin hadariliğe ve sebeb asabiyesine geçmesinin lüzumunu sayfalarca izah eder.[29]
Akılcı-Hadari zihniyet; gelişimi, eşitliği, adaleti sadece teoride ve yazılı metinlerde öne sürerken, bedevilikte durum pratikte yaşanmakta lakin birey yerine toplum öne çıkarılmaktadır.
Kutlu, akılcı-hadari zihniyette sistematik-rasyonalist usul sebebiyle kabilevi zihniyetin aksine toplumun değil bireyin öne çıkarıldığını ve bireysel hak ve ödevlere yüklenen anlam ve değerlerin öncelendiğini belirtir.[30] Bu yüzden bu gibi kavramlar üzerinden teoloji yapan ekollerden Mürcie, Ehlü Rey, Mutezile, Meşşai ve Eşarileri sayarak bunların şehir kültürüne ve şehirli etmenlerine dikkat çekilmektedir. Onlar kaynakları literal anlamıyla okumakla yetinmemiş, tevil ve sorgulama metodlarıyla yorumlamaya da gitmişlerdir.[31]
Günümüz bilim paradigması pozitivist ve seküler olması ve toplumsal yaşamların çoğunlukla kentlileşmesi hasebiyle akılcı-hadari zihniyetin egemenliği hemen göze çarpmaktadır. Buna rağmen sanayileşmenin geç kalmışlığı, ucuz işçi göçü ve çarpık kentleşme şehirlerde gettolaşmayı beraberinde getirdiğinden, tepkisel-eylemci veya karizmatik-toplumcu zihniyetin Müslüman coğrafyalarda akılcı-hadari toplum içerisinde de bulunabildikleri tespit edilmiştir.
Sonuç
Mezhepler ve din söylemleri, hayat tarzlarının zorunlu ürünleri olarak mutlaka bir zihniyete teslim olmaktadır. Dinin vurucu gücü, toplumsal yaşamı teşvik etmesiyle beraber bireysel sorumluluğu korumasında da yatmaktadır. Buradan hareketle bir mezhebin genel kitlesinin bilinmesi zihniyet tipolojilendirilmesinin sınıflandırılması ve analiz edilmesine bağlıdır. Mezheplerin doğru kavram ve tanımlarla doğru yerde ve doğru şekillerde ifade edilmesi, zihniyetlerin tespitinde gerekli ilk adımlar olacaktır. Aksi takdirde yapılacak tüm isimlendirmeler eksik ve yanlı olacak, bir grubu tahkir etmekten ve meseleye indirgemeci yaklaşmaktan öteye gidemeyecektir.
Medeniyette şehir hayatı esastır. Refah hüküm sürer ve üretimin organizasyonu karışıktır. Bedevilikteki sınırlı üretim-tüketim ihtiyacı kaybolunca, hadarilikteki gibi ihtiyaç ve talepler çoğalır. Buna bağlı olarak da önce toplum sonra devlet bozulmaya yüz tutar, yozlaşır ve insanlar hipokrit bir karaktere doğru saflığını kaybeder.[32] Bedevilikten hadariliğe geçiş aynı zamanda soy asabiyesinden sebeb asabiyesine de geçiştir. Lakin asabiyetin hakim olduğu sosyal ve siyasal hayat yerine mülk biçiminde örgütlenme zamanla lüks ve israfın da zorunlu olarak telakki edilmesini getirir.[33] Hz. Osman’ın ikinci altı yıllık sıkıntılı idaresindeki bedevi-hadari kutuplaşması, Haricilerin ilk nüveleri sayılan grubun Hz. Osman’ı şehid etmesiyle Birinci Fitne Dönemi’ni başlatacak ve tepkisel-kabilevi zihniyet Tahkim Hadisesi ile ilk mezhep olarak Haricilikte ortaya çıkacaktır. Nehrevan Savaşında kendilerine galip gelen Hz. Ali’yi sonradan şehid etmeleri göstermektedir ki kendilerinden olmayan herkes için bu topluluğun kin ve intikamı, Müslüman olanlara dahi Dar’ul Harp ve tekfir etme mekanizmalarını devreye sokarak keskin kırılmaların devam edeceği benzer gelişmeleri yaşatacaktır. Bu olayların yegane sebebi bedevilikten hadariliğe olan sancılı geçiş ve değişen telakkidir. Çünkü mevzu ekonomik olarak açıklanmasının yanında kültürel-sosyal değişim yönünden değerlendirildiğinde karşımıza direk Bedevi kültürden gelenler çıkmaktadır.[34]
İnsan hayatı, değişim geçirerek ve gelişerek zaman içerisinde ilerlemektedir. Bu sebeple kollektif hayatlar içerisinde bireyin yaşatılması ve birey-devlet ilişkilerinin düzenlenmesi tarihten çıkarılması gereken bir ödev ve sorumluluk olarak karşımızda durmaktadır. Toplum karizmasından bireysel haklara dönüş yani Bedevilikten Hadariliğe geçiş bize medeniyet bahsi üzerinden bunu salık vermektedir.[35] Aklın ve sekülerliğin öne çıkarılması, bireysel özgürlüğün tesisi içindir ve genelin tabi olduğu resmi kuralları düzenlemede objektivitenin esas olarak alınmasının sonucudur. Mezheplerin zihniyetini şekillendiren toplumsal yaşam biçimi hadarilik olduğunda bireyin ve aklın öne çıkması, bedevi formda ise toplumun ve sözlü kültürdeki yalınlığın başa geçmesi kaçınılmaz netice olarak karşımızda durmaktadır.
Mezhepler ve dini söylemlerinin grup zihniyetini yansıttığı, bunun da içinden gelinen hayat tarzlarından veya genel yapının köklerinden bağımsız olmadığı unutulmamalıdır. Zihniyetlerin saptanabilmesi için şehir-kırsal hayat tarzlarının ve geniş grup psikolojilerinin belirlenebilmesi ve çalışılması, mezhepler ve dini akımların anlaşılabilmesi adına önemi haiz meselelerdendir. Bu çalışmalara yalnız tek vecheyle yaklaşıp sonuca gitmek, değerlendirmenin yapılmasına başlarken ilk düğmenin yanlış iliklendiği anlamından başka hiç bir manaya gelmeyecektir.
İhtimal Dergisi, Yıl: 1, Sayı: 2, Mart-Nisan 2016, Ankara
------------------------------------------------------------------------------
[1] Karakoç, Sezai. Gün Doğmadan (Şiirler Toplu Basım), Şiir: “Yağmur Duası”, Diriliş Yay, 19. Baskı, İstanbul 2012
[2] Ahlak ve siyaset felsefecisi John Rawls’un adalet hakkında eşitlik savunusu yaptığı teorisine bakacak olursak; Rawls, insanların ancak ekonomik sınıfını, cinsiyetini, etnik aidiyetini, dinsel ve siyasal tercihlerini vs. bilmekten alıkoyan bir “bilgisizlik peçesi”nin üzerilerini örtmesinin ardından yapacakları seçimin gerçekten adil ve eşit olabileceğini savunur. Yalnız eşit bir orijinal pozisyondaki toplumsal sözleşme ideal olanı temsil eder ve adalet bu eşitlik üzerinden sağlanmış olur. [Bk. Sandel, Michael J. “Adalet: Yapılması Gereken Doğru Şey Nedir?”, Çev. Mehmet Kocaoğlu, Bigbang Yay., 2. Baskı, Ankara Kasım/2013, s. 170-171]
[3] El-Bağdadi, Ebu Mansur Abdulkaahır. El Fark Beyne’l Firak (Mezhepler Arasındaki Farklar), çev. E. Ruhi Fığlalı, “Çevirenin Önsözü”, Türkiye Diyanet Vakfı Yay., 6. baskı, Ankara 2011, s. 18
[4] Kutlu, Sönmez. Tarihsel Din Söylemleri Üzerine Zihniyet Çözümlemeleri, Otto Yay., Ankara 2012, s. 13
[5] Mucchielli, Alex. Zihniyetler, çev. Ahmet Kotil, , İletişim Yayınları, İstanbul 1991, s.7
[6] Volkan, Vamık. Körü Körüne İnanç: Kriz ve Terör Dönemlerinde Geniş Gruplar ve Liderleri, Çev. Özgür Karaçam, Okuyan Us Yay., 3. Baskı, İstanbul 2012 s. 49 vd., s.211
[7] Kerbela Hadisesi seçilmiş travmalar, Kudüs’ün Fethi de seçilmiş zaferler için ilk akla gelen örneklerdendir. Bkz: Volkan, age, s. 68-70
[8] Kutlu, age, s. 21
[9] Kayapınar, Akif. Makale: ”İbn Haldûn’un Asabiyet Kavramı: Siyaset Teorisinde Yeni Bir Açılım”, İslâm Araştırmaları Dergisi, Sayı 15, 2006, s. 91
[10] İbn Haldun. Mukaddime, Çev. Halil Kendir, Yenişafak Yay., Cilt 1, İstanbul 2004, s. 69
[11] İbn Haldun, age, s. 70
[12] Örneğin “Hadaratu'l-İslam” terkibinin Türkçe karşılığı İslam Medeniyeti’dir.
[13] İbn Haldun, age, s. 69
[14] İbn Haldun, age, s. 161
[15] Daha geniş bilgi için bkz: Kutlu, Sönmez. Makale: “Tarihsel Din Söylemlerinin Zihniyetler Olarak Tipolojilendirilmesi”, Tarihsel Din Söylemleri Üzerine Zihniyet Çözümlemeleri, Otto Yay., Ankara 2012, s. 20-47
[16] Kutlu, age, s. 22
[17] İbn Haldun, age, 166
[18]İbn Haldun bunu şöyle açıklamaktadır: “Çünkü tabiatları, ilkel ve göçebe hayattan kaynaklanan olumsuzluklar dışında, (hükümdarlığın bir sonucu olan) lüks hayatın çarpıklıklarından ve kötü ahlakından korunmuş olduğundan, hayrı kabul etmeye de yatkın ve hazırdır. Lüks hayatın çirkin alışkanlıklarından uzak oldukları için, (bozulmamış) ilk fıtratları üzere kalmaya devam etmişlerdir. Çünkü daha önce değindiğimiz bir hadiste de söylendiği gibi: Her çocuk (bozulmamış ve doğruyu kabule hazır) bir fıtrat üzere doğar.” Bk. İbn Haldun, age, s. 208
[19] Watt, W. Montgomery. İslam Düşüncesinin Teşekkül Devri, Çev. E. Ruhi Fığlalı, Sarkaç Yay., 3. Baskı, Ankara 2010, s. 14 vd.
[20] Fığlalı, Ethem Ruhi. Makale: “İbadiye'nin Doğuşu ve Görüşleri”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt 17, Ankara 1983, s. 21.
[21] Cündioğlu, Dücane. Köşeyazısı: “İslam Tarihinin İlk Demokrat Fırkası: Hariciler”, 18.02.2000 tarihli Yeni Şafak gazetesi, www.yenisafak.com/yazarlar/ducanecundioglu/islam-tarihinin-ilk-demokrat-firkasi-haricîler-47187, 08.01.2016
[22] Sarıtaş, Adem. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi: “Ebû Zer El-Ğıfârî radiyallâhü anh Hayatı Ve Şahsiyeti”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İslâm Tarihi Ana Bilim Dalı, Konya 1997, s. 289; Şeriati, Ali. Kendini Devrimci Yetiştirmek, Çev. Ejder Okumuş, Fecr Yay., 3. Baskı, İstanbul 1996, s. 43
[23] Onat. Hasan. Makale: “Mezhep Kavramı ve Mezheplerin Doğuş Sebepleri”, hasanonat.net/index.php/98-mezhep-kavram-ve-mezheplerin-dogus-sebepleri, 08.01.2016
[24] Medeni kelimesi, Arapçada şehir anlamına gelen “Medine” ile kurulan bağı ifade eder.
[25] Kutlu, age, s. 26
[26] İbn Haldun, age, s. 270
[27]İbn Haldun, age, s. 125
[28] Marx’ın “meta fetişizmi” ve “yabancılaşma” kuramlarına, mevzunun daha iyi anlaşılması için anahtar kavramlar olarak müracat edilebilir.
[29] İbn Haldun, age, s. 177-179
[30] Kutlu, age, s. 30
[31] Kutlu, age, s. 29
[32] İbn Haldun, age, s. 248
[33] Hassan, Ümit. İbni Haldun’un Metodu ve Siyaset Teorisi, Ankara Üni. Siyasal Bil. Fak. Basımevi, Ankara 1977, s. 209
[34] Watt, age, s. 25 ve s. 48 vd.
[35] İbn Haldun. Mukaddime, Çev. Halil Kendir, Yenişafak Yay.,Cilt 2, İstanbul 2004, s. 17
Comments